16 Mayıs 2008 Cuma

OKTAY SİNANOĞLU

OKTAY SİNANOĞLU

Sayın Profesör Doktor Oktay Sinanoğlu; dünyanın en genç yaşta profesör olmuş kişisi ve Nobel adayı. 1953 yılında Ankara’da TED’in Yenişehir Lisesini birincilikle bitirdi. O zaman lisenin eğitim dili tamamen Türkçe’ydi, takviyeli yabancı dil dersleri vardı, sonradan kolej oldu. TED tarafından Amerika’ya burslu Kimya Mühendisliği için gönderildi. 1956 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de Kimya Mühendisliğini birincilikle bitirdi. 1957’de Amerika Birleşik Devletlerinde MIT’den birincilikle Yüksek Kimya Mühendisi oldu. Alfred Sloan ödülünü aldı. 1959’da Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley’de; Kuramsal Kimya Doktorasını yaptı, doktorasını yaparken iki ödül kazandı. 1959-1960 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri Atom Enerjisi Merkezinde araştırmalar yaptı. 1961’de hem Harward, hem de Yale’de kendisinin yeni Nicem (“Kuvantum”)Kimyası ve fiziği üzerine teorileri hakkında üst düzey derslerde yeni buluşlarını anlattı. 1962 yılında Batının 300 yılda en genç profesörü oldu (26 yaşında Yale Üniversitesinde); 1962 yılında Ortadoğu Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu’na mahsus olmak üzere kendisine
Danışman Profesör unvanını verdi. Türkiye’de de kuramsal kimya bölümünü kurdu. Ortadoğu Teknik Üniversitesinde eğitimin Türkçe olması için uğraş verdi. Ama, tabii olmadı. 1964’de Moleküler Biyoloji konusunda ikinci kürsüsüne Yale Üniversitesine atandı. 1973’te Almanya’nın en yüksek Aleksander von Humboldt Bilim Ödülünü ilk kazanan kişi oldu. 1975’te Japonya’nın Uluslararası Seçkin Bilimci Ödülünü kazandı; yine 1975 yılında özel kanunla Oktay Sinanoğlu’na ilk ve tek, Türkiye Cumhuriyeti Profesörü unvanı verildi. 1976’da Japonya’ya Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi. Kendisi Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişkilerinin temellerini atmıştır. Amerika Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir. Hindistan’ın Devlet Misafiri olarak, Hintli Bakanlarla ve Cumhurbaşkanıyla görüşmüştür. Meksika’da aynı seviyede Üçüncü Dünya Bağımsızlığı için çalışmıştır. Yıldız Teknik Üniversitesi'nden yaş sınırında (67) emekli oldu.Yale'deki hayat kaydıyla, ömür boyu olan iki kürsülü profesörlüğünü, Türkiye'nin ve Türkçe'nin başına gelenlerle daha verimli mücadele edesilmek için, "emeritus professor" ünvanına çevirterek Türkiye'deki faaliyetlerini daha da yoğunlaştırdı. O ara Türkiye genelinde ki herhangi herhangi bir bir evrenkentte (üniversitede) yetenekli gençlere, fizik kimya, matematik, moleküler biyoloji dallarında Mastır, doktora araştırmaları yaptırması, herşeyi YÖK'ten soran rektörlerce engellendi.Ama Oktay Sinanoğlu, bir yandan bilimsel araştırmalarına dış ülkelerde devam ediyor. 1962’den günümüze dek ilk TÜBİTAK Bilim Ödülünü, ilk Sedat Simavi ödülünü, 1992’de Bilgi Çağı, 1995’te İLESAM Üstün Hizmet Ödülünü, ayrıca Yılın Fikir Adamı, Yılın Bilim Adamı ödüllerini aldı. Yesevi Kazakistan ve benzeri bir çok kuruluşta profesör, mütevelli heyeti üyesi, Atatürk Kültür Kurumu asli üyesidir. 2001'de Yerel gazeteler Birliği'nce "halk Kahramanı Ödülü" verildi. Bu yılda Antalya'da Uğur Mumcu Bilim Ödülü (2002), TÜRKSAV Türk Dünyası'na Hizmet Ödülü (2002) verildi. 250 kadar uluslararası bilimsel yayını, bilim kuramları, çeşitli dillere çevrilmiş kitapları vardır. Türkiye’de de Türkçe pek çok yayın yapmıştır. Değişik ülkelerde iki kez Nobel’e aday gösterilmiştir.






Özgeçmiş

25 ŞUBAT 1935
Babasının başkonsonsolos olarak görevli bulunduğu İtalya’nın Bari kentinde doğdu.
1939
Annesi Rüveyde Hanım (Karacabey), babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu ve kızkardeşi Esin ile Il. Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte Türkiy e’ye döndüler.
1941
Babası Nüzhet Haşim Sinanoğlu vefat etti.
1953
Atatürk tarafından 1928 yılında kurulmuş TED Yenişehir Lisesi’nde burslu olarak okudu ve birincilikle bitirdi. Okulun bur-suyla kimya mühendisliği okumak üzere ABD’ye gitti.
1956
ABD Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley Kimya Mühendisliği’ni birincilikle bitirdi.
1957
MIT’yi sekiz ayda birincilikle bitirerek Yüksek Kimya Mühendisi oldu.
1959
Kaliforniya Üniversitesi Berkeley’de iki yılda kuramsal kimya doktorasını tamamladı.
1959-1960
ABD’de Atom Enerjisi Merkezi’nde araştirmalar yapti; araştirmalari uluslararasi dergilerde yayinlandi, pek çok üniversiteden teklifler almaya başladi.
1960
Yale Üniversitesi’nde ”yardımcı profesör” olarak çalışmaya başladı.
1961-1962
”Öğecik (atom) ve özdeciklerin (moleküllerin) çok eksicikli (elektronlu) kuramı” ile profesörlüğe adım attı. Temel fizik kanunlarından başlayarak çeşitli maddelerin kimyasal ve fiziksel özelliklerini bulmak için gerekli bu temel kuramla, 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırmış oldu. Ve profesörlüğe yükseldi.
1962
Yale Üniversitesi’ndeki profesörlüğünün yanında Harvard Üniversitesi’nde kendisinin bulduğu ”yeni kuantum (nicem) kimyası ve fiziği” üzerine üst düzey dersler verdi. 26 yaşında, son 300 yıldır Batı’da en genç yaşta profesör olan kişi olarak Yale Üniversitesi tarafııidan dünyaya tanıtıldı. Türkiye’ye geldi ve Haziran ayında Ankara Ortadoğu Teknik Üniversitesi’ni (ODTÜ) ziyaret etti. "Alfred P. Sloan" Ödülü’nü aldı.
TEMMUZ 1963
Yale Üniversitesi’nde resmen "tüm" profesör oldu.
TEMMUZ 1964
ODTÜ’ye danışman profesör oldu. Eğitimin Türkçe yapılması gerektiği üzerine konuşmalara başladı.
1964
Yale Universitesi’nde ikinci kürsüye atandı; bu kürsü dünyada yeni kurulmaya başlanan ”Moleküler Biyoloji” idi. Kalıtımı sağlayan DNA molekülünün yapısının neden çift sarmal olduğunu ve bunu bir arada tutan kuvvetlerin ne olduğu üzerine yaptığı çalışmasıyla (”solvofobik” - ”çözgen iter kuvveti” kuramı) moleküler biyolojinin kurucuları arasına katıldı. İstanbul’da, 19 Ağustos ile 5 Eylül tarihleri arasında uluslararası bilimsel yaz okulunu düzenledi. Bu yaz okulu ”Nicem Kimyası” üzerineydi; savaş sonrası ve soğuk savaş nedeniyle birbirinden kopuk olan dünyanın dört bir yanındaki bilimcileri böylece bir araya getirdi ve bu alandaki alışverişle bilimsel anlamda yeniliklere adım atılmasını sağladı. Tamamen ayrı bir saha olan yüksek enerji fiziği üzerine çalışmaları sonucu ”yeni sekiz mezon (maddeyi oluşturan temel taneciklerden sekizi) ve özellikler kuramı”nı buldu.
KASIM 1964
NIH‘ye (Amerikan Ulusal Sağlık Bilimleri Kurumu) danışman oldu.
1964-1965
Ulusal Bilimler Akademisi’nde "Kuramsal Kimya" Üst Komitesi’ nin üyesi oldu.
HAZİRAN 1964
Teksas’da Ulusal Fiziksel Kimya Sempozyumu’nda çağrılı ana konuşmalardan birini yaptı.
TEMMUZ 1964
DNA üzerine Gordon Araştirma Merkezi’nin konferansina konuşmaci olarak katildi.
EKİM 1964
New York’ta Amerikan Kanser Araştirma Merkezi’nde ”Biyopolimerler üzerinde suyun ve diger çözgenlerin etkileri’ ‘üzerine konuşma yapti.
1965
İstanbul, Yeşilyurt’ta Çinar Oteli’nde ikinci uluslararasi yaz okulu düzenledi. Bu defa Yüksek Enerji Fizigi üzerine...
NİSAN 1965
Detroit’teki Amerikan Kimya Derneği’nin sempozyumunda konuşma yaptı.
EYLÜL 1965
İngiltere’de, Faraday Society’nin ”Sıvılardaki intermoleküler güçler” tartışma toplantısına katıldı.
1965-1966
Miami Üniversitesi, Coral Gables, Florida’da hem fizik, hem moleküler biyoloji bölümlerinde ziyaretçi prof. olarak bulunup yoğun bir şekilde yüksek enerji fiziği üzerinde çalışırken, orada ”Kurumsal Bilimler Merkezi”nin kurucularından oldu.
1966
TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü alan ilk kişi oldu.
HAZİRAN 1966
Ağustos aylarında Colorado’da, Kaliforniya’da yüksek enerji fiziği üzerine üst düzey konuşmalar yaptı.
ŞUBAT 1967
İsrail’de CERN ve Weizmann Enstitüsü’nün düzenlediği konferansa davet edildi.
MAYIS 1967
Fransa’da Paris’te Uluslararası Moleküler Biyoloji Konferansı’nda davetli konuşmacıydı.
HAZİRAN 1967
Kanada’nın Montreal kentinde Nicem Kimyası Sempozyumu’ nun onur komitesine seçildi.
TEMMUZ 1967
İtalya’da, Frascati’de NATO’nun Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü’nün düzenlediği atom ve moleküllerin etkileriyle ilgili uzmanlara üst düzey seminerler verdi.
AĞUSTOS 1967
Çekoslavakya’da Kutna Hora kentindeki Nicem Kimyası üzerine uluslararası sempozyuma özel konuşmacı olarak katıldı.
ARALIK 1967
New York Bilimler Akademisi’nin moleküler biyolojiyle ilgili konferansına konuşmacı olarak davet edildi.
ARALIK 1967
Yale Üniversitesi’nde çeşitli üniversitelerden kimya alanindaki bilim adamlarinin katildigi üç günlük bir seminer düzenledi.
1967-1970
ABD, Ulusal Argon Atom Enerjisi Laboratuvarları’nda sadece beş bilimcinin seçildigi Teftiş Kurulu Üyesi.
HAZİRAN 1968
ODTÜ’de Kuramsal Kimya Bölümü’nü kurdu. New York’ta ilk olarak düzenlenen Atom Fiziği Uluslararası Konferansı’na başkonuşmacı olarak katıldı.
NİSAN 1969
Minnesota’da Amerikan Kimya Toplululuğu’nun toplantısına davetli olarak katıldı. Kanada’nın Ontario Eyaleti’ndeki Waterloo Üniversitesi’nde Kimya ve Uygulamaları Matematik Bölümleri’nde konuşmalar yaptı. İllinois’te Chicago Üniversitesi’ndeki The James Franck Enstitüsu ne ve Ohio’daki Battelle Memorial Enstitüsü’ne konuşmaci olarak çagrildi.
1969
İzmir, Urla’da üçüncü yaz okulunu yaptı. Bu bilimsel toplantının adı ”Atom Fiziğinde Yeni Yönler”di ve dünyada atom fiziğinin babası olarak bilinen Edward Condon’a adanmıştı. Sovyet Bilimler Akademisi’nin davetlisi olarak bu ülkede bilimsel konuşmalar yaptı, kuramlarını tüm Sovyetler’den özel olarak toplanan üst düzey bilimcilere anlattı.
1970
Atom Fiziği üzerinde çalıştı; atomların temel yapısı üzerine çok ayrıntılı bir kuram geliştirdi; ”Atom fiziğinde atomların yapısı ve elektronik özellikleri kuramı”nın gökfizik alanındaki uygulamalarıyla güneş ve yıldızlardaki kimyasal öğeler hesaplanabilir oldu. ABD Ulusal Standartlar Kurumu’nun kataloglarındaki yanlış bilgiler düzeltildi.
1970-1973
ABD Ulusal Argon Atom Enerjisi Laboratuvarı’nın başkanlığını yaptı.
EYLÜL 1971
Aralık ayına kadar Paris’te, ancak çok üst düzey matematikçi ve fizikçilerin kabul edildiği ”Institut Des Hauts Etudes Scientifiques”te kimyaya matematiği sokma alanında uzun yıllar sürecek çalışmalarına başladı. Bulduğu yeni matematik temeller, farklı alanlarda bilim dünyasına bü y ük katkı sağladı.
1971
Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi’ne üyelik için seçildi.
1971
ABD, Washington, Savunma Stratejileri Kurulu Üyesi.
OCAK 1972
Florida’da Nicem Kimyası, Nicem Teorisi üzerine uluslararası sempozyuma davetli konuşmacı olarak katıldı.
MAYIS 1972
Boulder’de Kolorado Üniversitesi’nin Fizik Bölümü’nün kollokyumuna davet edildi.
TEMMUZ 1972
Meksika’da Latin Amerika Fizik Okulu’nda atom ve moleküller üzerine konuşmalar yapti.
AĞUSTOS 1972
Kanada’nın Vancouver kentinde Teorik Kimya Kanada Uluslararası Sempozyumu’na katıldı.
EKİM 1972
Arizona’da atom fiziğinde yeni keşfedilmiş olan ”ışın-yaprak (beam-foil) tayflaması” sempozyumunda danışma kurulu üyesi.
1973
Boğaziçi Üniversitesi’nde MEB’in teklif ettiği rektörlüğü reddedip danışman profesör olarak çalıştı.
OCAK 1973
Florida’da Gainesville’de E.U. Condon’un onuruna düzenlenen uluslararası atom sempozyumuna davetli olarak katıldı.
MART 1973
İtalya’nın Trieste kentinde Atomlar, Moleküller ve Lazerler üzerine seminerler verdi.
NİSAN 1973
Michigan’da kolokyum yönetti. İsviçre’nin Burgenstock kentinde Organik Kimya

Feza Gürsey 1921 - 1992

Feza Gürsey 1921 - 1992

7 Nisan 1921'de İstanbul'da dünyaya gelen Feza Gürsey, tıp doktoru bir baba ve kimyacı bilimkadını bir annenin sıradışı çocuğudur.

Aydın bir çevrede yetişmeye başlayan Gürsey 1940 yılında Galatsaray Lisesi'ni bitirdi. 1944 yılında ise İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi matematik-fizik dalından mezun oldu. Yine İstanbul Üniversitesi'nde asistanlık yaptığı dönemde açılan sınavı kazanarak İngiltere'de bulunan Imperial College'e gönderildi ve burada doktorasını tamamladı. 1953 yılında İstanbul Üniversitesi'nden doçent ünvanı alan Feza Gürsey 1957-1961 yılları arasında araştırmalarına Brookhaven Ulusal Laboratuvarı'nda, Princeton'da İleri Araştırma Enstitüsü'nde ve Columbia Üniversitesi'nde devam etti. Bu dönemde Nobel Fizik Ödülü sahibi Wolfgang Pauli ile, atom bombasının babası olarak bilinen J.R: Oppenheimer ile, yine Nobel Ödüllü fizikçiler olan E. Wigner, T.D. Lee ve C.N. Yang ile tanışma ve çalışma imkanı buldu. 1961 yılında İse ODTU' nun teklif ettiği profesörlüğü kabul ederek yurda döndü ve ODTU'de fizik alanında ders vermeye başladı. 1965 yılında ise Yale Üniversitesi'nde de görev almaya başladı. Böylelikle hem ODTU hem de Yale'de ders vermeye başladı. 1974'de ise ODTU yönetimi ile arasında çıkan itilaf sonucu görevini sadece Yale'de sürdürmeye devam etti. 1992 yılında hayata veda eden Gürsey Türkiye'nin yetiştirmiş olduğu en önemli bilimadamlarından ve değerlerinden biridir.

Çalışma ve Ödülleri:

Feza Gürsey 1968'de TUBİTAK, 1977'de Oppenheimer, 1981'de Newyork Akademisi Morrison ödüllerini, 1979'da Einstein madalyası, 1987'de Wigner madalyası kazandı. 1960'lı yıllarda "Kiral Bakışım" kuralını ortaya koyarak uzay-zaman bakışım çalışmalarına önemli katkı sağlamıştır. M. Günaydın ile birlikte yürüttüğü çalışmaları (1974-1976) sonucu bileşik bir E6 grubunun içerdiği "oktonyon" cebirinin renk dinamiği ile ilgisi olduğunu kanıtladı. Önemli eseri, Group theoretical concept and methods in elementary particle physics'dir.

KAYNAK II

Feza GÜRSEY; 07 nisan 1921’de doğar ve çocukluğunun çoğunu İstanbul’da Anadolu Hisarı’nda geçirir. Eğitimini üzerinde ailesi çok titizlikle durdu ve iyi yetişmesi için ellerinden yaptılar. Babası çok önemli bir bilim adamı, annesi Remziye Hisar hanımda çok akıllı ve üretken bir kişiydi.

Feza GÜRSEY Galatasaray lisesinde öğrenim gördü. Çok başarılı bir öğrenci sayılmazdı. Derslerini sessizce dinler, ara sıra notlar alırdı. Sınav zamanında da arkadaşları sürekli ders çalışırken o başka konularla ilgilenirdi. 1940 yılında liseyi bitirdi. 1944 yılında da İstanbul Fen Fakültesi Matematik–Fizik bölümünü bitirir.M.E.B. tarafından yapılan sınavı kazanarak İngiltere’de doktora yapma imkanını elde eder.

Feza GÜRSEY’ in okul hayatı boyunca, derslere fazla ilgi göstermeyen, sanki okula isteksiz gelen biri gibi görünmesine rağmen bu kadar başarılı olmasının sırrı neydi? Birincisi anne ve babasının çok başarılı olması ve kendine onları örnek alması ve sürekli araştırma yapma isteği ve meraklı olmasıdır. İkincisi de kişiliği gereği öğrenme isteği ve aydınlanmaya duyduğu arzudur.

Feza Gürsey’e göre fizik, sadece Fen Bilgisinin bir dalı değildi. Hem insan yaşamı için hem de öğrenmek için merak ettirici bir konuydu. Fizik sadece bilmekle olacak bir şey değil. Yorum yapmak, üzerinde matematiksel oynaya bilmek gerekiyor. O fiziği bütün yaşamına uygulamıştı. Her zaman her yerde fizik, fizikle bir bütün gibiydi.

Feza Gürsey Fiziği çözmekte çok uğraşmamıştır, o üzerine yoğunlaştığı konuyu çabucak kavrayan ve anladığını da anlatabilen birisiydi.Newton ve Marsel’e göre Klasik Fizik 19 Yüzyıl sonuna kadar astronomiye ve teknoloji meselelerini, karşılaştığımız tabiat olaylarını izah etmeye ve teknoloji meselelerini çözme gereği duyuyordu.

Sorulan sorulara cevap alınamaması istenilen sonuçların alınamaması, sarsılmaz sanılan Klasik Fizik Kanunlarının bir tarafta yüksek hızlarda, bir tarafta atomik mesafelerde yetersiz kalıyordu. Artık Fiziğin daha çok araştırılıp daha çok öğrenilmesi gerekiyordu. Bununla birlikte fizikte bölümlere ayrılır, Çağdaş fizik, Modern fizik,...

Modern Fiziği besleyen iki kaynak vardır. Bunlar Realite ve Quantum Mekaniğidir. Realivite yüksek hızda Quantum mekaniğide atom aleminde Klasik Fiziği tamamlar.Modern Fiziği ince ve çok hassas davranarak maddenin en küçük yapı birimi olan atomu güneş sistemi boyundaki mesafelerden hatta çekirdek mesafelerinden incelemeye almışlardır.Elbette ana konuları bilmek çok girift tabiat olaylarını hemen anlaşılır hale getirmez.

Daha derin araştırmalar sonucunda atom içerisinde bulunan nötron, plotondan daha küçük yapılı, başka momentli, başka elektrik yüklü, hepside kısa ömürlü parçacıklar çıkıyor.maddenin tam olarak şifresi çözülememiştir.

İşte bütün bu kainat partikülleri kainattır ki ancak dev hızlandırıcı makinelerde, araştırmacı ve meraklı olan sabırla bilim adamları tarafından sağlanabilir. Bu sebepten dolayıdır ki fiziğin dalları oluşmuştur.bunlar; çekirdek altı fiziği, yüksek enerji fiziği ve partikal(parçacık) fiziği oluşur.

Yüksek enerji fiziğine bir kuş bakışı yaparsak; uzun yıllardır verilen uğraşlar sonunda fiziğin en temelinde oluştuğu belirlenmektedir.Realivitenin ve Quantum mekaniğinin 30 milyar elektrovoltluk enerjilerinde 10 saniyelik zaman aralıklarında bile hala geçerli olduğu tespit edildi.

Her madde çeşidine birde anti madde tekabül eder. Partikülle anti partikülün kütleleri aynı, yükleri ters işaretlidir. Bu kanunlar deneylerle doğrulanmıştır. Bugün tanecikler arasındaki kuvvetler hakkındaki bilgimiz nedir?

Şairler bile kendi çaplarında bilmeden fiziği çözmüş olabilir mi? Şu sözle de açıkça anlaşılıyor; “karşımda koca bir kainat yürür gibi” bu sözle yaşadığımız ortamın, soluduğumuz havanın yani yaşamda meydana gelen olaylar fiziğe bağlı gerçekleşen olaylardır. Fiziğe doğa, tabiat gibi bak da hem daha kolaylık hem de daha anlaşılırlık getiriyor.

Feza Gürsey de fiziği doğa olarak gördüğünden hem daha kolay anlar ve başarılı olurdu, hem de daha kuvvetli bir anlatım kazanırdı.Karşısındaki fizikle ilgili bilgisi olmasa bile, o anlattığı konuyu anlardı, hem de hiç sıkılmadan ve öğrenme isteğiyle dolu olarak.

Gerek dalındaki başarılarından gerekse bilgisinden ve deneyiminden dolayı 1950 yılında doçentlik unvanı aldı. Öğretim Üyeliği süresince Türk Bilim Tarihinin ilk ve son teorik Fizik kürsüsünün temelini oluşturan iki öğretim üyesinden birisidir.

Fizikten bildiğimiz kuvvetli bir yer çekim kuvveti var. Bunun yanı sıra elektromanyetik kuvvetler mevcut. Bunlar uzun menzilli yani uzaktan tesir eden kuvvetlerdir. Partikül fiziği bize iki çeşit kuvvet daha kazandırmış oluyor. Kısa menzilli kuvvetler birbirine yaklaşırsa etki edebilir. Çekirdek kararlı halde olmasını sağlayan şiddetli kuvvetler oluşur.

Çekirdeğin yapı biriminde proton ve nötron bulunur. Çevresinde de elektronlar bulunur. Nötr haldeki bir çekirdek elektron alış verişinde bulunmaz. Eğer elektron fazla yada yetersiz gelirse, elektron alış verişinde bulunur.

Elektrik yükleri farklı olsa da kütleleri birbirine yakın, hassaslarında benzeşen aileler teşkil ediyorlar. Birbirinden çok farkı olmayan geniş partikül aileleri de denir. Bu konuda matematiğin grup teorisi denilen dalı fiziğe yardımcı olur. Elektrik ve ucu iplik yükleri üçlü grup, sekizli grup oluştururlar. Bu guruplandırma sonucunda da periyodik dizilim oluşur. Buda kimyada yarar sağlar.

Bütün olaylar birbiriyle bağlantı içindedir. Bir konuyu araştırırken fizikten, kimyadan, tarihten hatta coğrafyadan yaralanılır.

Normal yaşantımızda bile fizikle veya diğer dallarla içice yaşıyoruz. Bu konuyu ayna kırıldığı zaman görüntünün, bazen kırıklı bazen pürüzlü olduğunu görüyoruz. Bu konuyu uzman bir fizikçide deneyler ve gözlemlerle inceler ve açısını ve kırılma açısını araştırır.

Bu yüzden de ecirlerin sorduğu soruları bilim adamları sorar; “kim kırdı bu aynaları” araştırırlar ve görürler ki aynanın kırık olduğu yok gelme açısı ve geri gitme açısının ve girdiği ortamının kırıcılık miktarından kaynaklanır.

Fizik ilgilendiği konu ve anlatılış tarzı bakımından biraz ürkütücü gelebilir. Biz de fiziği Feza Gürsey gibi bir doğa olayı gibi karşılarsak anlamamızda, öğrenmemizde kolay olur. Feza Gürsey fiziği o kadar benimsemiştir ki, onunla bir bütün olmuştur. Bu yüzden fizik tarihinde çok yükselmiş ve bir çok ünlü bilim adamlarıyla birlikte çalışır. Ünlü bilim adamlarının vermiş olduğu konferanslarda yer alır ve söz hakkı ona da verilir. O da gerek yabancı dinleyiciler gerekse yabancı bilim adamları tarafından tek bir kelimesi kaçırılmadan dinlenirdi. Bildiklerini çok iyi bir şekilde yansıtırdı.

ÖDÜLLERİ

*1969 Tübitak Bilim Ödülü

* 1977 S.Glashow ile birlikte J.R.Oppen Heimer Ödülü

* 1981 College ‘de France’de konuk prof. Ve College’de France Madalyası

* 1984 İtalya Cumhuriyet’ince verilen Commedotore unvanı

* 1986 Romada Konuk Profesörlük ödülü

*1989 Türk Amerikan Bilimcileri ve Mühendisleri Derneğinin Seçkin Bilimci Ödülü

* 1990 Galatasaray Vakfı Madalyası

Feza Gürsey gibi bizde uğraştığımız işe kendimizi vermeli ve yararlı bir fert olmaya çalışmalıyız. Bizler Türk olarak böyle başarılı bir bilim adamıyla gurur duymalı ve onun izinden giderek gerek fizik gerekse bilimin diğer alanlarında başarılı insanlar yetiştirmeliyiz veya yetişmesi konusunda üstümüze düşen görevi yapmalıyız.

Bilime yapmış olduğu katkılarından dolayı Feza Gürsey’e ne kadar teşekkür etsek azdır. Büyük bir insandı ve gerektiği gibi yaşadı.


NOT: Feza Gürsey, anne tarafından 2. dereceden akrabamdır, annesi Remziye Hisar profösor ve şair, oğlu Yusuf Gürsey de Türkiyenin en genç profösörlük almış bilim adamlarından birisidir.


Harezmi ( 770 - 840 )

Harezmi ( 770 - 840 )

Tam adı Muhammed Bin Musa el - Harezmi olan büyük bilim adamı, Horasan’da (Özbekistan’ın Karizmi kentinde) doğmuştur. Hayatının büyük bir bölümü Bağdat’da (Beytü’l Hikme’de) matematik, astronomi ve coğrafya konularında çalışarak geçmiştir.Cebirin kurucusu olan Harezmi’nin iki önemli matematik kitabı vardır; "Cebir" ve "Hint Hesabı".Harezm'de temel eğitimimini alan Harezmi gençlinin ilk yıllarında Bağdat'taki ileri bilim atmosferinin varlığını öğrenir.

İlmi konulara doyumsuz denilebilecek seviyedeki bir aşkla bağlı olan Harezmi ilmi konularda çalışma idealini gerçekleştirmek için Bağdat'a gelir ve yerleşir. Devrinde bilginleri himayesi ile meşhur olan abbasi halifesi Mem'un Harezmideki ilm kabliyetten haberdar olunca onu kendisi tarafından Eski Mısır, Mezopotamya, Grek ve Eski hint medeniyetlerine ait eserlerle zenginleştirilmiş Bağdat Saray Kütüphanesinin idaresinde görevlendirilir. Daha sonra da Bağdat Saray Kütüphanesindeki yabancı eserlerin tercümesini yapmak amacıyla kurulan bir tercüme akademisi olan Beyt'ül Hikme 'de görevlendirilir. Böylece Harezmi Bağdat'ta inceleme ve araştırma yapabilmek için gerekli bütün maddi ve manevi imkanlara kavuşur. Burada hayata ait bütün endişelerden uzak olarak matematik ve astronomi ile ilgili araştırmalarına başlar.

Bağdat bilim atmosferi içerisinde kısa zamanda üne kavuşan Harezmi Şam'da bulunan Kasiyun Rasathanesin'de çalışan bilim heyetinde ve yerkürenin bir derecelik meridyen yayı uzunluğunu ölçmek için Sincar Ovasına giden bilim heyetinde bulunduğu gibi Hint matematiğini incelemek için Afganistan üzerinden Hindistana giden bilim heyetine başkanlık da etmiştir.

Harezmi 'nin latinceye çevrilen eserlerinden olan El-Kitab 'ul Muhtasar fi 'l Hesab 'il cebri ve 'l Mukabele adlı eserinde ikinci dereceden bir bilinmeyenli ve iki bilinmeyenli denklem sistemlerinin çözümlerini inceler.

El Harizmi matematiğin yanısıra astronomi ve coğrafya ilimlerinde de eserler vermiştir. Astronomik cetvellerle ilgili kitaplar yazmış ve bu eserler 12. y.y. da Latince' ye çevrilmiştir. Bunu yanısıra Ptolemy'nin coğrafya kitabını düzeltmelerle yeniden yazmış, 70 tane bilim adamıyla birlikte çalışarak 830 yılında bir dünya haritası çizmiştir. Dünyanın çevresini ve hacmini hesaplama çalışmalarında yer almıştır. Güneş saatleri, usturlaplar ve saatler üzerine yazılmış eserleri de vardır.

Cebire Yaptığı Katkılar Lütfi Göker’in 'Matematik Tarihi ve Türk İslam Matematikçilerinin Yeri' adlı eserinde de denildiği gibi Harezmi cebiri müstakil bir bilim dalı haline getiren bilgindir. Yalnız cebiri müstakil bir bilim dalı haline getirmekle kalmamış, zamanın en kapsamlı ve en sistemli cebir kitabını yazarak da kendinden sonraki nesillere cebiri öğreten referans kaynağı olma vasfı kazanmıştır. Harezmi’nin cebirle ilgili konuları kapsayan kitabı onun aynı zamanda latinceye çevrilen 3 önemli eserinden biri,belkide en önemlisi olan 'El-Kitabü’l Muhtasar fi Hesabi’l Cebr ve’l Mukabele' dir. Bu eserde Harezmi yeni teoremler ve problemlere sunduğu yeni çözüm yöntemleri ile Avrupa matematiğine de ışık tutmuştur.(Her ne kadar eser 300 yıl sonra Latinceye çevrilmiş ve Avrupa; cebiri ,doğudan 300 yıl geride takip edebilmişse de..)

Cebr ve’l Mukabele’nin İçeriği

Eser bir önsöz beş asıl ve bir ek bölümden oluşmaktadır.

Birinci bölüm altı ayrı tiptekibirinci ve ikinci derece denklemin geometrik çözümünü ve ikinci derece tam olmayan üç farklı tipteki denklemin özgün
çözümünü içermektedir. İkinci bölümde Harezmi ikinci derece 3 denklem tipinin çözümünü sunmuştur. Harezmi burada bilinmeyen için şey (bugünkü x), a ve b katsayıları için dirhem ve x ile katsayı çarpımları için kaab sözcüğünü kullanmıştır.Harezmi günümüz matematiğinde 'bir bilinmeyenli ikinci dereceden denklem'i bulan matematikçidir.Denklemin çözümünü çizim yöntemi ile yani geometrik yolla ilk kez o açıklamıştır.Dolayısı ile bugün kullandığımız ve Avrupa menşeili zannettiğimiz formül; batıdan 700 yıl önce Harezmi ‘nin cebirindeki müstesna yerini çoktan almıştı.

Üçüncü bölümde özdeşlikler ve çarpanlara ayırma konusu ile ilgili örneklere yer vermiş yani iki terimli bir çarpım sonucunun nasıl bulunacağını ifade etmiştir.

Dördüncü bölümde bugünkü ifade ediliş biçimi ile köklü ifadelerle ilgili örnekler vermiş, beşinci bölümü ise cebirle ilgili aşağıdakine benzer problemlere ayırmıştır.

10 sayısını öyle iki kısma ayırınız ki bunların kareleri toplamı 58 sayısına eşit olsun
10 sayısını öyle iki kısma ayırınız ki bunların kareleri farkı 40 a eşit olsun.

Analitik Geometriyi Tesis Edişi

Avrupa bilim dünyasının tartışmasız kabul ettiği bir olgudur; analitik geometriyi Descartes’in kurduğu kabulü.. Derler ki analitik gometri Descartes’in 'La Geometri' adlı eseri ile başlar. Oysa bir gerçek apaçık ortada durmaktadır. Descartes’ten tam 830 yılönce bir Türk bilgininin yazdığı bir eserde ikinci derece tam olmayan denklemlerin çözümü verilmiştir.Bu denklemlerin çözümü için sunulan iki çözüm yönteminden biri;kare ve dikdörtgen yöntemi olarak adlandırılan geometrik çözüm yöntemidir ki, bu matematik tarihinde bir ilktir. Yani ilk kez cebire matematik girmiş, dolayısı ile ilk kez cebirsel (analitik) geometriye dair bir örnek matematiğin hizmetine sunulmuştur.Buradan da şu sonuç çıkıyor ki analitik geometriyi Descartes değil Harezmi kurmuştur.

Sıfır Sayısını İlk Kez Kullanması

Paramızda , sınav notlarımızda ya da bilgisayarımızın kodlarında (Biliyoruz ki bilgisayarlar ikilik sistemi kullanır. Yani sadece 1 ve 0.. O yüzden sıfır olmasa bugün bilgisayar denilen bir nesne yi kullanamız imkansız yakın bir güçlükte olurdu) sıkça rastladığım sıfır sayısını kime borçluyuz dersiniz?Bu da bir batılının müthiş buluşlarından(!) biri mi yoksa? Cevabınız evetse... Yanıldınız. Şu sözcükler bir kulak verin:

Sekiz diğer sekizden çıkınca geriye bir şey kalmaz.
Boş kalmaması için bir dairecik koy!

İşte böyle diyor Harezmi; hint hesabını anlatan ve latinceye tercümesi yapılan ikinci yapıtında.. Yani 'Kitab al-Muhtasar fil Hisap al Hind 'de.Bu eserin matematik tarihindeki iki önemli rolü daha bulunmaktadır. Bunlardan ilki Avrupalıların toplama ve çıkarmaya ait örnekleri ilk kez bu eserde bulması, diğeri ise rakamların birler basmağından başlanarak sağdan sola yazıldığını ilk kez bu eserle öğrenmeleri.

Harezmi’nin hint hesabı ve bunlarla yapılabilecek işlemleri tanıtmak üzere yazdığı kitabının Salem manastırında bulunan ve 13. yüzyıl başından kaynaklanan İtalyanca bir çevirisinde,metni çoğaltmakla yükümlü yazıcı kendi görüşlerini de eklemeden duramamış:

"Tüm sayılar bir'den çıkmıştır, bir ise sıfır'dan. Sıfır’da büyük bir mabedin saklı olduğunu bilmek gerek: O (Tanrı),ne başlangıcı ne de sonu olan sıfır'da simgelenir ve tıpkı sıfır gibine çoğalır, ne de azalır; ne O'na akan, ne de O'ndan kopan bir ırmak vardır. Ve sıfır‘ın tüm sayıları on katı çoğaltması gibi, O da, yalnızca on kat değil, binlerce kat çoğaltır, hatta doğrusu, O her şeyi hiçlikten yaratır, esirger ve yönlendirir."

Şunu belirtmek de fayda var ki sıfırın varlığını ilk kez Hintliler hissetmiş ve rakamları yazarken sıfır yerine boşluk kullanmışlardır.Bu ise hiç de pratik değildir. Ancak ona bir sembol veren ve kimlik kazandıran ve eserinde

‘ 9 rakam ve bu yeni sembol ile tüm işlemleri yapmak mümkündür’

diyen Harezmi sıfırın gerçek kaşifidir.Yani sıfırı diğer rakamlara ekleyerek onluk sistemi tamamlayan adamdır o. Böylece hintlilerin sunya dediği sıfır, İslam bilim dünyasında içi boş anlamına gelen es-sıfır ile gerçek kimliğine kavuşmuş ve Avrupaya olan yolculuğuna başlamıştır. Almanlar ona ziffer, Fransızlar chiffre adını vermişlerdir.Yalnız sıfırın Fransızca isminde çok ilginç bir husus vardır. Chiffre aynı zamanda şifre anlamına da gelmektedir. Acaba sıfırdaki muhteşem gücü hisseden Fransızlar onda gizleniş olan şifrenin ne olduğunu düşünüyorlar dersiniz.

Eserleri

Harezmi’nin tercümeleri yapılan eserlerinden ilki Ceb’r ve’l Mukabele dir.Eserin ilk tercümesi 1145 yılında, bir başka Latince tercümesi 1183’te, Almanca tercümesi 1461, İngilizce tercümesi 1831 ve 1841 yıllarında Londra’da ve 1915 yılında New York’da yayınlanmıştır. Bu eser Avrupa da yayınlanan ilk cebir kitabıdır.dolayısıyla 1145 Avrupa da cebirin doğuş tarihidir. Harezminin ikinci önemli eseri ise Hintlilerin yaptığı işlemler ve uygulamaları inceleyip geliştirdiği eseri olan Kitab al Muhtasar fi’l Hisab al-Hind dir.830 yılında yazılan
ve şu anda Viyana Saray Kütüphanesinde bulunan bu eserin ilk tercümesi 1143 te yapılmıştır.Diğer bir kopyası ise Salem Manastırında bulunan ve bugün Heidelberg de saklanan kopyasıdır.Harezmi’nin bunun dışında latinceye
çevrilen bir eseri daha bulunmaktadır.

Avrupa da Harezmi
Al-Kourism derler, Harezmi’ye Avrupada.. Algoritmanın kurucusudur o. Algoritmaya isim veren (algoritma sözcüğü el-Harezmi’nin Avrupadaki yazılışı olan al-Kourism den türemiştir) Harezmi eserlerinin latinceye tercüme edilmeye başladığı 1145 ten beri büyük bir ilgi ile izlenmektedir, Avrupa da. Denilebilir ki o, gerek eserlerinde ilk kez sunduğu cebirsel işlem , teorem ve ispatlarla gerekse kendinden önce bilinenleri derleyip geliştirerek matematiğin istifadesine sunmak üzere eserlerinde bir araya getirişi ile Avrupanın matematiği açılan kapısı olmuştur. Hatta bazı Avrupalı tarihçiler Avrupa da rönesansın öncülerinin iddia edildiği gibi Grek uygarlığı değil, Harezmi ve onu takip eden bilginlerin vasıtasıyla (Ömer Hayyam ,Ebu’l Vefa ,Gıyasüddin Cemşid gibi) doğudan öğrenilen ve uygulanan yenilikler olduğunu ifade edebilme cesaretini göstermişlerdir.Velhasıl ışık doğudan yükselmiştir. Bugün her ne kadar batının semasını aydınlatsa da..

Son olarak şunu belirtmek de fayda var ki Avrupa hak ettiği değeri olmasa da bizden daha çok değer vermiştir Harezmi’ye. Kendi değerlerini red etmeye hatta yok etmeye fazlaca meraklı bir toplum olduğumuzdan yadırgamamak lazım bunu.. Çünkü ne acıdır ki araştırma yaptığım pek çok kaynakta Harezmi’den Arap bilgini diye bahsedilmektedir. Ve yine acı olan bir durum daha var ki o da bu hatanın genelde Türk yazarlar ve araştırmacılar tarafından yapılması. Oysa ki Harezmi arap değil, Türktür. Asıl adı Muhammed bin Musa el-Harezmi olan ve dünyanın gördüğü en büyük matematik, astronomi ve coğrafya bilgini olan bir Harzem Türküdür

ALİ KUŞÇU ? - 1474

ALİ KUŞÇU ? - 1474

Türk-İslam dünyasının büyük astronomi ve kelam alimi olan Ali Kuşçu, XV. yüzyıl başlarında Semerkant’ta doğdu. Babası Muhammed, ünlü Türk Sultanı ve astronomu Uluğ Bey’in kuşçusu olduğu için, ailesi ‘Kuşçu’ lakabıyla meşhur oldu. Küçük yaştan itibaren matematik ve astronomiye ilgi duyan Ali Kuşçu, devrin en büyük alimleri olan Bursalı Kadızâde Rumî, Gıyâseddin Cemşîd ve Muînuddîn Kâşî’den matematik ve astronomi dersi aldı.

Bir vesileyle Tebriz'e yerleeşn Ali Kuşçu Uzun Hasan'dan büyük itibar gördü. Osamnlıyla ralarında sorunlar olan Uzun Hasan kendisnden elçi olmasını istedi.

Bunun üzerine Ali Kuşçu, kendisine bunca itibar eden Uzun Hasan'ın dileğini kırmayarak yol hazırlıklarını tamamladı. Semerkant'ta Kızıl Elma olarak bilinen eski Bizantium'a ulaştı. Haberciler; onun geleceğini daha önceden saraya uçurmuşlardı. Huzura kabul edildiği zaman Osmanlı hükümdarından beklemediği kadar iltifat gördü. Çünkü, kendisinden önce, eserleri İstanbul'ca biliniyordu. Uluğ Bey Rasathanesi'ndeki çalışmalarından, Semerkant'a aylarca uzak bulunan İstanbul'daki hükümdarın haberi vardı.

Osmanlı tahtında oturan II. Mehmet (Fatih), gayet dikkatli, bilgili, uyanık bir padişahtı. Âdet olan merasimle Uzun Hasan'ın elçisini kabul etmiş, dileklerini dinlemiş, ama hemen geri dönmesine izin vermemişti. Ondan, gelip artık batıya kaymış olan ilim merkezlerini aydınlatmasını, bilgisiyle İstanbul medreselerinde ilim heveslisi gençleri yetiştirmesini rica etti.

Bu teklif, Ali Kuşçu için beklenmedik bir iltifattı. “Hünkârım izin verirlerse önce Tebriz'e döneyim. Çünkü burada bulunuşumun gerçek sebebi, Akkoyunlu Hükümdarı'nın elçisi olmaktır. Elçiye zeval yoktur. Gerektir ki, hünkârımın lütûfkâr davetini kabul etmeden önce vazifemi iyi bir sonuca ulaştırdığımı, beni gönderen, bana güvenmiş olan insana bildireyim...”

Değerli matematik ve astronomi bilgini Ali Kuşçu, sözünü tuttu. İki yıl sonra, ailesini de alarak Tebriz'den hareket etti. Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarından karşılanarak ihtişam içinde İstanbul'a getirildi. Ölümüne kadar da gençleri yetiştirmekle uğraştı. Kuşçu’nun ders vermeye başlamasıyla, İstanbul medreselerinde astronomi ve matematik alanında büyük gelişme oldu.

Ali Kuşçu’nun İstanbul’a gelişi önemlidir; çünkü o zamana kadar İstanbul’da astronomi ile uğraşan güçlü bir bilgin yoktu. Ali Kuşçu, Osmanlılar arasında astronomi bilimini yaydı.

Ali Kuşçu'nun, hepsi de birbirinden değerli pek çok eseri vardır: Bunların başında Risâle fi'l-Hey'e (Astronomi Risalesi) gelir. Bu, nefis bir astronomi kitabıdır. Ali Kuşçu, bu eseri Farsça yazmış, sonra bazı eklemelerle Arapça'ya çevirmiştir. Fatih Sultan Mehmet'e, Arapça olan nüshayı sunmuştur. Uluğ Bey'in, yıldız hareketlerini inceleyen Zîç adlı eserini de yorumlamış, ve genişletmiştir. Ayrıca, Risâle fi’l-Fethiye (Fetih Risalesi), Risâle fi’l-Hesâb (Matematik Risalesi) bilinen eserlerindendir.

Ali Kuşçu 1474’te İstanbul’da vefat etmiştir.

CABİR BİN HAYYAN 721 - 805

CABİR BİN HAYYAN 721 - 805

Dünya medeniyet tarihine adını altın harflerle yazdıran Cabir bin Hayaan, bir Müslüman Türk âlimidir. Bundan 1250 yıl önce yasayan ve o zamanın en büyük ilim yuvası Harran Üniversitesi bas müderrisi (rektörü,) olan Cabir bin Hayyan (721-805) herkesi hayretler içinde bırakan şu İlmî bulusunu açıklamıştı: "Maddenin en küçük parçası olan cüz-ü la cüz-ü la yetecezza (atom) da yoğun enerji vardır. Yunan bilginlerinin iddia ettigi gibi, bunun parçalanamayacağı söylenemez. O da parçalanabilir. Parçalanınca da öyle bir güç meydana gelir ki Bağdat'ın altını üstüne getirebilir. Bu Allahü Teala'nın kudretinin bir nişanıdır."

Modern kimyanın babası sayılan bu büyük Türk âliminden, Razi ve İbn-i Sina gibi büyük bilginler "Üstatlar üstadı" diye söz ediyorlar. Fransız şarkiyat âlimi Catdonne (1720-1783) onu dünyanın 12 büyük dahisinden biri olarak tanımlıyor.

Bacon (1214-1291) ondan hayranlıkla bahsederken, kimya ilminde açtığı çığırın. Priestley (1733-1804) ve Lavoisier'in (1743-1794) açtıkları çığırın daha önemli olduğu ittifakla kabul edilmiştir.

Avrupa üniversitelerine mensup birçok ilim adamı, meşhur olabilmek için Cabir bin Hayyan'ın ismini kullanmak zorunda kalmıştır. Berlin Üniversitesi Tabiat Bilimleri Tarihi Profesörü Jıılias Ruska ve yardımcısı Paul Kraus, Avrupa'da ünlü birçok ilim adamının Cabir bin Hayyan'ın ismini eserlerine verdiklerini ve bu yolla meşhur olduklarını bildiriyor.
Cabir bin Hayyan'a göre "Kimyevi hadiseler tabiatta Cenab-ı Hak'kın takdiriyle uzun sürede meydana gelmekledir. Kimyager tabiatla uzun sürede meydana gelen şeyi kısa zamanda yapan kişidir. Âlim, keşfedilmiş bir buluştan yola çıkarak başka buluşlar ortaya çıkarabilen insandır."
Ona göre altının gümüştenrenk ve ağırlıktan başka bir farkı yoktur. Bu iki özelliğin ise ortadan kaldırılması mümkündür. Bunun yolunun da her iki cismi teşkil eden atomların kontrol altında parçalanıp değerlerinin değişmesiyle olacağını belirtmektedir ki, günümüz modem kimya ilmi de bu hakikati kabul etmektedir.

İlk laboratuar

En önemli vasfı deneycilik olan Cabir bin Hayyan, kimya ilminin hem teorik hem ele tatbikî alanda büyük mesafe katetmesine vesile oldu. Dünyada ilk kimya laboratuarını kuran âlim olarak tarihe geçti. Kendi kurduğu laboratuarda ilk sunî hücreyi yaptı. Ölümünden iki asır sonra Kûfe'de bir caddenin yeni baştan açılması sırasında, kullandığı laboratuar ortaya çıktı.

Medeniyete hizmetleri

Cabir bin Hayyan'ın başta kimya olmak üzere tıp, fizik, astronomi, felsefe alanında yaklaşık 200 eser kaleme aldığını biliyoruz. Cabir'in en meşhur buluşu şüphesiz, atomla ilgili ortaya koyduğu faraziyedir. Bu keşfi, John Dalton (1766-1844) Otto Hahn (1779-1868), Enrico Fermi (1901-1954) ve Albeıt Einstein (1879-1955) gibi meşhur Avrupalı bilginlerden tam 1000 yıl önce yapması bu büyük Türk bilgininin nasıl bir dahi olduğunu ortaya koyuyor.
Cabir bin Hayyan'ın bu faraziyesi dünya medeniyetine Müslümanların lıâkim olduğu devirlerde tahakkuk ederek, atom parçalansaydi; vahşi Batı'nın acımasızca Müslümanlar'ın üzerine çullanması, zayıf ve sahipsiz ülkeleri istilâ ederek, zulüm etmesi mümkün olmayacaktı.

Redüksiyon prensibi


Aynca Cabir bin Hayyan, kimyanın iki temel prensibini bilimsel şekilde ortaya koyarak, kolsinasyon ve redüksiyon prensiplerini dile getirdi.

Buharlaşma, süblimasyon, eritme ve kristal-eştirme için kullanılan metodları geliştirmiştir. Ham sülfirik asit ve nitrik asitlerin nasıl yapılacağını kesin olarak ortaya koydu. Madenlerin o zamana kadar bilinen basit eritilme metotları yerine, bizzat ürettiği nitrik asit, sülfirik asit ve altın eritme suyunun yardımıyla eritme metotlarını geliştirdi. Bu sayede Cabir ve ondan sonra gelen bilim adamları sayısız terkipleri (sentez), bu arada civa oksit, zincifre, arsenik, amonyak, gümüş nitrat, şap. göztaşı, kireçli potas, südkostîk mahsûlü, yakıcı potasyum île çok değerli maddeleri elde edîp üretebildiler.

Max Meyerhof (1884-1951) Cabir Bin Hayyan'ın kimya ilmine, buharlaştırma (evaporation), süzme (filtmtion), tasvi-ye etme (.sııblimalion), eritme (melting), damıtma (distallation) ve billurlaştırma (cristallization) metotlarını keşfederek uygulamaya soktuğunu bildiriyor. Ayrıca bir çok kimyevi cevherin, meselâ zincifre (cinnabarci ve süfidi). arsenik oksidi (arsenious oxide) ve başka birçok terkibin nasıl hazırlanacağını açıkladığını ifade ediyor.

Saf kibrit tuzları (vitrîol), sap, alkali,nişaclır tuzu (salammo-niac, amonyum klorhidrat) ve güherçilenin (saltpedre) elde edilmesi, kükürt ve alkaliyi ısıtarak kükürt sütü yapması kurşun asetat, tamamen saf civa oksit ve süblime etmesi, ham sülfrik ve nitrik asitler ve bunların karışımının hazırlanması, tuz ruhu ve kezzap suyunu karıstırarak altın eritmede kullanılacak ''aguaregia" denilen özel mayi yapması, onun çalışmalarından bazı örneklerdir. Bunlardan 21. yüzyıl dünyasında kullanılan bir çok temel ihtiyaç maddelerin oluşumunda istifade edilmektedir.

Optik kanunların keşfi ve mercekler teorisi Cabir'e dayandırılıyor. O iç bükey aynalar vasıtasıyla güneş ışınlarını bir yere toplayıp uzak mesafelerden ağaçları tutuşturdu ve bir kaptaki suyu kaynatmayı başardı. Ayrıca, güneş enerjisinden istifade etme yöntemini de dünya medeniyetine Cabir bin Hayam kazandırdı.

Eğitim Sistemi

Sevgili peygamberimizin ilim öğrenmeyi teşvik eden hadisi şeriflerinin yanı sıra, öğretmeyi tavsiye buyuran mübarek sözleri, bütün İslam alimleri gibi Cabir bin Hayyam'ı da etkiledi.bildiklerini yeni nesillere aktarılmasını sağladı. Bu idealle rektörü bulunduğu üniversitede randımanı arttırıcı her türlü tedbiri aldı.

Cabir'e göre öğrenme ve öğretme olayının gerçekleşebilmesi için öğrencide yumuşak başlılık şarttır.”yumuşak başlı öğrenci, öğretmenin bilgi hazinesinden onu dinlemekle istifade edebilir. Talebe günlük derslerini takip etme başarısında kesinlikle öğretmenine itaat etmelidir.

KAYNAK II

Ortaçağ kimyasının en büyük ismi olan Cabir Bin Hayyan bir Türk bilginidir. Atom bombası fikrinin ilk mucidi ve modern kimyanın babası olarak tarihe geçmiştir. Tarih boyunca bir çok bilgin meşhur olabilmek için kitaplarında hep ona atıfta bulunmuşlardır.
Cabir, Horasan’ın başkenti olan Tus’da doğdu. Küçük yaşta iken ailesiyle beraber Kufe şehrine yerleşti. Emevi veliahtı Halit Bin Yezid ve Cafer–i Sadık’tan dersler aldı. Tıp dahil bütün müsbet ilimleri öğrendi. Kısa zamanda büyük başarılar gösterince Abbasi Halifesi Harun Reşit onu Harran üniversitesinin Fizik–Kimya profesörlüğüne atadı. Çok kısa bir süre sonunda da üniversitenin rektörlüğüne getirildi.


Cabir Bin Hayyan’ın irili ufaklı yaklaşık 2000 tane eseri olduğu rivayet edilmektedir. Kendisinden yaklaşık bin sene sonra gelecek Enrico Fermi ve Einstein gibi bir çok ünlü Avrupalı bilim adamlarının üzerinde yıllarca kafa yordukları atom ve yapısı hakkında daha o zamandan uğraşmış ve atomun parçalanabileceğini kitaplarında uzun uzun anlatmıştır. Bu konuda Hayyan şunları söylemiştir;“Maddenin en küçük parçası olan atomda yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin iddia ettiği gibi bunun parçalanamayacağı söylenemez. O da parçalanabilir. Parçalanınca da öylesine bir güç (enerji) meydana gelir ki, Bağdat’ın altını üstüne getirebilir”.

NOT: Cebir'i bulan Cabir Bin Eflah ile karıştırmayın, batılıların verdiği isimle Geber Endülüslü bir Müslümandır ölümü 1150 yılına yakın bir yıla rastlamaktadır(kesin tarih bilinmiyor 1140-1150 arası)

İBNİ SİNÂ

İBNİ SİNÂ

Büyük Türk bilginidir. Ailesi Belh'ten gelerek Buhara'ya yerleşmişti. İbni Sinâ, babası Abdullah, maliyeye ait bir görevle Afşan'dayken orada doğdu. Olağanüstü bir zekâ sahibi olduğu için daha 10 yaşındayken Kur‘an-ı Kerim'i ezberledi. 18 yaşında çağının bütün ilimlerini öğrendi. 57 yaşındayken Hemedan'da öldüğü zaman 150'den fazla eser bıraktı. Eserleri Latince’ye ve Almanca’ya çevrilmiş, tıp, kimya ve felsefe alanında Avrupa’ya ışık vermiştir. Onu Latinler “Avicenna” adıyla anarlar ve eski Yunan bilgi ve felsefesinin aktarıcısı olarak görürler.

İbni Sinâ, daha çocukluğunda, çevresini hayrete düşüren bir zekâ ve hafıza örneği göstermiştir. Küçük yaşta çağının bütün, ilimlerini öğrenmişti. Gündüz ve gece okumakla vakit geçirir, mum ışığında saatlerce, çoğu zaman sabahlara kadar çalışırdı. Pek az uyurdu. Kafası öylesine doluydu ki, uyanık iken çözemediği bir takım meseleleri uykusunda çözer ve uyandığı zaman cevaplandırılmış bulurdu.Bir keresinde, Aristo metafiziğini inceliyordu. Defalarca okuduğu halde bir türlü esasını kavrayamamıştı. Buhara çarşısında gezerken sergide bir kitap gördü. Mezat tellâlı, bunu satın almasını, bu sayede birçok meseleyi kolayca halledebileceğini söyledi. Bir mezat tellâlının bildiği kitabı bilememek, İbni Sînâ'ya çok güç geldi. Onun okuma huyunu herkes öğrendiği için, bilhassa kitap satıcıları kendisini tanıyorlardı. İbni Sînâ, kendisine tavsiye edilen Fârabî'nin Aristo'ya ait şerhini satın aldı. Bir defa okumakla, o çözemediği noktaların büyük bir açıklığa kavuştuğunu gördü: “Şükür sana Yârabbi!” diye secdeye kapandı ve Fârabî'nin yolunda fukaralara sadaka dağıttı. Oysa, İbni Sinâ doğduğu zaman Fârabî otuz yaşındaydı ve bu olay geçtiği sırada da hayattaydı.

Buhara Emiri Nuh İbni Mansur’u ağır bir hastalıktan kurtardı ve bu yüzden de Samanoğulları sarayının kütüphenisinde çalışma iznini aldı. Bu sayede pek çok eseri elinin altında bulduğu için vaktini kitap okumak ve yazmakla geçirdi. Hükümdar öldüğü zaman o, henüz yirmi yaşındaydı ve Buhârâ'dan ayrılarak Harzem'e gitti: EI-Bîrûni gibi büyük bir şöhret ve değerin, onun çalışkanlığına, bilgisine değer vermesi, kendisini yanına kabul etmesi, beraber çalışması, hakkında kıskançlığa yol açtı. Bu yüzden takibata bile uğradı. Harzem'de barınamayarak yeniden yollara düştü. Şehirden şehre dolaşarak nihayet Hemedan'a kadar geldi ve orada kalmaya karar verdi.

İbni Sînâ, çoğu fizik, astronomi ve felsefeyle ilgili olarak 150 civarında eser yazmıştı. Farsça olan birkaçı dışında bunların hepsi Arapça'dır. Çünkü o devirde ilim eserlerini Arap diliyle yazmak âdetti. Arapça'ya bu bakımdan değer verilirdi. Bilhassa tıp ilmine dair araştırmaları son derece orijinal ve doğrudur. Bu yüzden doğu ve batı hekimliğine kelimenin tam anlamıyla, 600 yıl, hükmetmiştir. Kendisinden sonra yetişen Gazâli, Fârabî'yi' ondan öğrenmiştir. Düşünce ve anlayış bakımından İbn-i Sina, Farabî ile İmam Gazâlî arasında bir köprü vazifesi görür. Yunan felsefesini İslâm ilmi olan Kelâm ile, yâni Tanrı bilgisiyle bağdaştırmaya uğraşmıştır. Eğer o gelmeseydi, Farabî'nin kurduğu temel Gazâli'nin yorumuyla gelişemeyecek, arada büyük bir boşluk hasıl olacaktı.

Eserleri Batı dillerine Latince yoluyla çevrilerek Avicenna diye şöhrete ulaşan İbni Sinâ, yanlış olarak bir süre Avrupa'da İranlı hekim ve filozof olarak tanınmıştır. Bunun da sebebi, eserlerini Türkçe yazmamış olmasındandır... Bununla beraber, batılılar da kendisini Hâkim-i Tıb, yani hekimlerin piri ve hükümdarı olarak kabul etmişlerdir. 16 yaşındayken pratik hekimliğe başlayan İbni Sinâ, resmî saray doktorluğu da yapmıştır. Ama şöhreti her ne kadar tip ilmiyle ilgiliyse de asıl kişiliği, Ortaçağda uzun süre tartışma konusu olan Tanrı varlığının mutlak bir zorunluluk olduğu konusundaki Kelâm meselelerine getirdiği kesin çözüm yolundan ileri gelmektedir.

Matematik, astronomi, geometri alanlarında geniş araştırmaları vardır. İnsan bilgisinin Tanrıyı ve kâinatı mutlak şekilde anlamaya elverişli olmadığını söylerken, aklın varlığını kabul eder. İnsandan bağımsız bir ruhun varoluşu, İbni Sînâ'ya göre Tanrıdan yansıyan bir delildir. İbni Sînâ, tıp araştırmaları yaparken bazı hastalıkların bulaşmasında göze görünmeyen birtakım yaratıkların etkisi olduğunu, yani mikropların varlığını sezmiş ve bu bilinmeyen mahluklardan eserlerinde sık sık bahsetmiştir. Mikroskobun henüz bilinmediği bir devirde böyle bir yargıya varmak çok ilginçtir.

Şifa adlı eseri bir felsefe ansiklopedisidir. Diğer eserlerine gelince bunlar arasında en tanınmış olanlarından: el-Kanun fi’t-Tıb isimli kitabı tamamen bir tıp ansiklopedisidir. Necât ve İşârât adlı kitapları ve Aristo’nun felsefesini anlatan yirmi ciltlik Kitâbü’l-İnsâf’ı başta gelen eserlerindendir.İbni Sina kimya alanında da çalıştı ve önemli keşiflerde bulundu. Bu hususta Berthelet, kimya ilminin bugünkü hale gelmesinde İbni Sina’nın büyük yardımı olduğunu söyler.Bu çalışmaları ve etkileriyle İbni Sina Doğu ve Batı kültürünü geliştiren büyük bilginlerden biri oldu. Bütün bunlardan başka İbni Sina çok güzel şiirler yazdı. Hatta Türkçe olarak yazmış olduğu şiirler de vardır.
İbni Sina, 1037 tarihinde Hemedan’da mide hastalığından öldü.

İbn-i Sina’nın asıl büyüklüğü doktorluğundadır. Şifâ adındaki 18 ciltlik ansiklopedisi, ismine rağmen tıptan çok matematik, fizik, metafizik, teoloji, ekonomi, siyaset ve musiki konularını içine alır. Onun tıp şaheseri, kısaca Kanûn diye bilinen el-Kanûn Fi’t-Tıb adlı büyük kitabıdır. Eser, fizyoloji, hıfzıssıhha, tedavi ve farmakoloji bahislerine ayrılmıştır. Konular dikkatle incelendiğinde İbn-i Sina’nın bugünkü tıp için bile geçerli olan pek çok ileri görüşleri bulunduğunu; mesela mikroskop olmadığı halde, hastalıkların ‘mikrop’ mefhumuna benzer yaratıklarca meydana getirildiğini sezebildiğini görürüz.

İbn-i Sina’nın Kanûn adlı eseri XII. yüzyılda Latince’ye çevrildi ve Batı tıp aleminde bir patlama tesiri yaptı. Roma’nın Galen’i de, Er Razi’de ilimde eriştikleri tahtlarından indirildiler ve çağın Fransa’sının en meşhur tıp fakülteleri olan Montpellier ve Lauvain Üniversiteleri’nin temel kitabı Kanûn oldu. Durum XVII. yüzyılın ortalarına kadar böyle devam etti ve İbn-i Sina, 700 yıl Avrupa’nın tıp hocası oldu. Altı yüzyıl önce Paris Tıp Fakültesi’nin kütüphanesinde bulunan 9 ana kitabın en başında İbn-i Sina’nın Kanûn’u yer almıştır.
Bugün hala Paris Üniversitesi’nin tıp fakültesi öğrencileri St. Germain Bulvarı yanındaki büyük konferans salonunda toplandıklarında iki Müslüman doktorun duvara asılı büyük boy portresiyle karşılaşırlar. Bu iki portre, İbn-i Sina ve er-Razi’ye aittir

Farabi

FARABİ

Büyük mütefekkir ve ünlü musikî üstadıdır. 870 yılında Türkistan'ın Seyhun ırmağı kenarındaki Farab kasabasında doğdu. Asıl adı Ebu Nasır Muhammed ibn Türkan el Farabî’dir.İlk öğrenimini Farab'da, yüksek öğrenimini ise Bağdat'ta yaptı. Farsça, Arapça, Latince ve Yunanca öğrendi. Mantık, felsefe, matematik, tıp ve musikî üzerinde büyük bilgi sahibi idi. Bu konular üzerinde 100'den fazla eser verdi. Ancak bugün elde sadece 39 eseri kalmıştır. Bu arada Aristo'nun bütün eserlerini de şerh etti. 950 yılında Şam'da vefat etti. Babüssagîr mezarlığında yatmaktadır.

Onun, İlimler Ansiklopedisi (İhsâu’l-Ulûm) adlı eseri, döneminin filoloji, mantık matematik, fizik, kimya, ekonomi ve siyaset alanlarındaki bütün bilgileri sayıp döker ve özet olarak mahiyetlerini anlatır.Farabi kanun adı verilen sazı icat etti. Bundan başka birçok besteler yaptı ve şark müziği üzerinde değerli eserler yazdı. et-Ta’limü’s-Sanî ve İhsâu’l-Ulûm doğu dünyasının ilk ansiklopedisi sayılan değerli eserlerindendir.Bu büyük dahinin eserleri Hindistan’da ve Mısır’da basıldı, İbranice’ye ve batı dillerine de çevrildi.Büyük bilginlerden, İbni Sina ve İbni Rüşt gibi büyük filozoflar ondan ders aldılar ve onun aydınlığında yetiştiler.

Farabi’den 300 yıl sonra, Hristiyanlığın en büyük doktrineri Thomas d’Aquinas, onun fikirlerini hemen hemen aynen tekrarlayarak otorite olur. Farabi’nin sosyolojik incelemesi olan el-Medinetü’l-Fâdıla adlı eseri, bütün kainatın ve kainat içindeki varlıkların ancak daimi bir mücadele ile var oldukları tezini işleyerek 5 asır sonra Hobbes ve Darwin’in ortaya atacakları teorilerin öncüsü olmuştur.Aynı zamanda iyi bir matematikçi olan Farabi, logaritmayı da bulmaya çok yaklaşmıştır. Ancak bu araştırması Batı dünyasında duyulmadığından, sadece İslam dünyasında etki doğurabildi.

Yaşadığı devirde ilim dilinin Arapça olması yüzünden bütün eserlerini Arapça kaleme alan Farabî, doğu âleminin ve Türklüğün ilk büyük fikir adamı sayılır. Aynı devirlerde Batı dünyasında ilim dilinin Grekçe ve Latince olması yüzünden bütün batılı bilim adamlarının eserlerini bu dillerle yazdıkları göz önünde tutulursa, Farabî'nin Türk olduğu halde Arapça eser yazmasını kınamak doğru olmayacaktır.

Üstün bir zekâ ve kabiliyete sahip bulunan Farabî, Bağdat'ta yaptığı yüksek öğrenimi sırasında Arapça, Farsça, Grekçe ve Latince'yi anadili gibi öğrenmiş, bu lisan zenginliğini çeşitli dallardaki çalışmalarıyla bir kat daha değerlendirmişti. Bu arada Yunan felsefesini de inceledi. Bu konunun büyük üstadı Aristo'nun eserlerini, aslından çok daha anlaşılır şekilde şerh etti. Bu yüzden yalnız doğu aleminde değil, Batı alemi de kendisini Aristo'dan sonra gelen Muallim-i Sânî olarak kabul etti. [Aristo muallim-i evveldir, Fârâbî muallim-i sânî (İkinci öğretmen)].

Farabî, eski felsefeyi yeni felsefeye aktarırken gösterdiği büyük ustalıkla da dikkat çekmişti. Bu nedenle Montesqieu ve Spinoza gibi ünlü fikir adamları da onun etkisi altında kaldılar. Felsefeye mantık yolu ile giren Farabî, genellikle metafizik üzerinde durdu. Din ile felsefeyi birbirinden ayıranlara karşı dururken bu iki kavramın birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğu tezini savundu. Hayatı boyunca dini, felsefenin temel taşı saydı. Bu arada İslam dinine felsefe anlayışını da sokarak İslam felsefesini ortaya çıkardı. Farabî'nin tek ve şaşmaz ilkesi, “Varlığın ilk sebebi” idi.

Ona göre insan, gerçeğe varabilmek için mutlak surette dış âlemle ilgisini keserek manevî âlemini arındırabilirdi. Aşk ise, felsefede işte böyle bir ifadenin gerçekleşmesinde yardımcı etkendi. Aşk, insan benliğinin geçici bir eylemi değil, bütünüyle gerçeğe, yani Tanrıya bağlanmaktı. Varlıkların özü Tanrıdan geliyordu. Daima şöyle derdi: “Evrenin tümünü kavramak isteyen bir kişi, önce insana bakmalıdır. Çünkü bütünüyle varlık kavramı ruhta belirmiştir. Tanrı, varlıkların en büyüğü ve en son kademesidir. Bütün insanlık onun özünde birleşmektedir. Varlığı başka varlıklarla kıyaslanmayacak kadar mükemmeldir. Akıl, Tanrının özünden gelir. Ahlâkın temeli ise bilgidir...”



“Akıl, edindiği bilgilerle iyiyi, güzeli, kötüyü ayırır. İnsan için en yüksek erdem bilgi olduğuna göre, en yüce kattan gelen akıl, davranışlarımızda gerekli doğru yargıyı verebilecek güçtedir.”

Bu büyük ilim adamı, ilimleri iki bölümde inceledi. Bunlardan birincisi teorik ilimlerdir ki, içinde metafizik, mantık ve biyoloji bulunur. Diğeri pratik ilimlerdir. Bu grupta da ahlâk, siyaset, musiki ve matematik yer alır. Farabî, Aristoteles'in ilim dediği hitabet ve şiiri bu sınırın dışında bırakır.941 yılında Halep'e gelen Farabî, orada hüküm sürmekte olan Hamdanoğulları'ndan Seyfüddevle Ali adlı bir Türk beyi ile tanıştı. İlminin ününü işitmiş bulunan Türk beyi, onun engin şahsiyetine de hayran kaldı. Farabî'yi ağırlamakta kusur etmeyen bey, onun Halep'e yerleşmesini sağladı. Fakat kendisine vermek istediği yüksek maaşı kabul ettiremedi. Ömür boyunca son derece mütevazı bir hayat süren Farabî, yevmiye olarak ancak dört dirhem gümüş aldı.

Halep Beyi'nin büyük hayranlığını kazanması, bu büyük kültür merkezi ile civarında bulunan yerlerdeki bilginlerin olanca kıskançlıklarını körükledi ve pek küçümsedikleri bu büyük bilgin ile imtihan olmaya kalkıştılar. Beyin huzurunda yapılan bu çetin imtihanda Farabî, bütün konularda büyük üstünlüğünü ortaya koydu. Bunu kendisiyle imtihan olmak isteyen kişilere de kabul ettirdi.O kadar ki, imtihana gelen ve kendilerini bilgin zannedenlerin hepsi, bu imtihan sonunda öğrencisi olarak Farabî'nin yanında kaldılar.

Farabî aynı zamanda musiki alanında da büyük bir üstad idi. Kanun adı verilen müzik aleti onun buluşudur. Ayrıca rübap denilen çalgıyı da geliştiren ve bugünkü şeklini veren yine odur. Farabi ayrıca akort ve intarvaller nazariyesini de geliştirmiştir.Şark musikisinin nazariyelerini Kitabü'l-Musikiyyu'l-Kebîr, yani Büyük Musiki Kitabı adlı eserinde gösterdiği gibi bir çok besteler de yapmıştı.Arap ülkelerinde yaşamasına rağmen mütevazı hayatının yanı sıra Türkistan millî kıyafetini de asla terk etmedi. Hep bu kıyafet içinde göründü.

Seyfüddevle Ali Bey'in Şam'ı fethetmesi üzerine Farabî de onunla birlikte Şam'a gitti. Ömrünün son günlerini orada geçirdi. 950 yılında 80 yaşında Şam'da vefat etti. Kendisini Babüssagir’e gömdüler.

G U G L I E L M O M A R C O N I

G U G L I E L M O M A R C O N I

Yirmi yaşındayken dünyanın bir ucundan öteki ucuna, telleri kullanmadan sinyal göndermeyi düşlüyordu. Yirmi üç yaşındayken, bunu başarmıştı. Çok az bilimsel eğitim sahibi olan bu genç adam, evinin tavan arasında çalışarak, döneminin en önemli bilim adamlarının yapamadıklarını yaptı. 1895 yılında, elektriğin kullanımı henüz yeniydi. Yalnızca on dört yıl önce, evleri aydınlatmak için kullanılmaya başlanmıştı. O yıllarda mesajlar, telefon ve telgrafla kolaylıkla gönderilebiliyordu. Ama her iki haberleşme sisteminin de yarattığı sıkıntılar vardı. Elektrik akımı geçerken mesajın iletilebilmesi için tellere ve kablolara gereksinim duyuluyordu. Marconi'nin telsiz mesaj iletme düşüncesi, başkalarına bilimkurgu gibi görünüyordu. İlk başarıyı elde ettikten sonra Marconi, deneylerini bir büyük kararlılıkla sürdürdü. Önce tavanarasından mesaj gönderdi. Sonra bahçeden, daha sonra vadiden ve sonunda okyanustan... Bugün televizyon uyduları, ticari radyolar, lazer haberleşme sistemleri ve artık " küresel köy " haline gelen dünyadaki tüm harikalar, onun merakı ve inadı sayesinde gerçekleşti.

İtalyan bilim adamı Guglielmo Marconi 12 Aralık 1901’de, İngiltere’deki Cornwall’dan Kanada’ya bağlı Newfoundland’e ilk Atlantik ötesi radyo sinyalini göndermeyi başarmıştı. Bu tarihî sinyalle, bugünün teknoloji uzmanlarının dillerinden düşürmedikleri “kablosuz iletişimin” ilk büyük adımı da atılmış oldu.
Mors alfabesinde “s” harfini temsil eden üç noktadan oluşan mesaj 2.700 km mesafeyi katederek radyo sinyallerinin uzun mesafeleri kat edebileceğini ve dünyanın yuvarlaklığına rağmen uzun mesafelerden yakalanabileceğini kanıtladı. Bu buluş radyo, televizyon ve modern iletişim araçlarına uzanan teknolojik gelişmenin öncüsü oldu. Aradan geçen yüz senenin ardından aralarında Marconi’nin oğlunun da bulunduğu bilim severler mesajın gönderildiği Cornwall’daki Poldhu noktasında biraraya geliyorlar.
Marconi’nin giriştiği deneme 20. yüzyılın ilk günlerinde diğer bilim adamları tarafından macera olarak değerlendiriliyordu. Dönemin bilim dünyası, elektromanyetik dalgaların düz dalgalar halinde ilerledikleri ve bu nedenle dünyanın eğimi tarafından emilecekleri ya da uzayda kaybolacakları gerekçelerini savunarak, uzun mesafeler arasında kablosuz iletişimin imkansız olduğunu savunuyorlardı.
Zamanının bilimsel tabularını yıkan Marconi hayatı boyunca hayali olan radyo istasyonlarının dünyayı birbirine bağladığı günleri yaşayarak gördü. Ancak muhtemelen kendisi de, elde ettiği başarının, bir gün Poldhu noktasına gelecek habercilerin haberlerini fax, telefon, e - posta ve sms yoluyla kablosuz olarak geçecekleri günleri getireceğini tahmin etmemişti.

Galilei

İtalyanın Pisa kentinde 1564de dünyaya geldi. Öğrenimini bu kentte tamamladı. Çok erken yaşlardan itibaren matematikte başarılıydı. İtalyanın öndegelen matematikçilerinden biri oldu. Hayatı boyunca mekanik bilimi, mercekler ve astronomiyle ilgilendi, birçok icatlar yaptı. Dünyanın ve diğer gezegenlerin güneşin etrafında döndüğünü savunduğu için başı Kiliseyle derde girdi. Sonunda Kilise yetkilileri, Galileiyi yargıladı. Ünlü bilim adamı suçlu bulundu. Görüşlerinin yanlış olduğunu açıklayarak canını zor kurtardı. Ancak tarih Galileinin yanındaydı. Dünyanın Güneşin etrafında döndüğünü bugün artık herkes biliyor. Bir zamanlar Galileiyi yargılayan Kilise bile bu gerçeği kabul etmiş durumda. Teleskop Aslında mercekleri kullanarak uzağı gören aletler Galileiden daha önce yapılmıştı. Ancak bu aletleri, yıldızları ve gezegenleri inceleyecek kadar güçlü hale getiren o oldu. Silindirin göz dayanan kısmına ve diğer ucuna mercekler yerleştiren Galilei teleskopu bulmuş oldu. 1609 yılında yaptığı teleskopla birçok astronomik gözlem gerçekleştirdi. Bunların arasında Ayın yüzeyindeki kraterlerin ilk kez tespit edilmesi de vardı. Jüpiterin Uydularını Nasıl Keşfetti? Galilei 7 Ocak 1610 akşamı, kendi yaptığı teleskobuyla Jüpiteri incelerken, gezegenin yakınında 3 küçük ve parlak yıldız gördü. Böyle birşey beklemediği için bir hayli şaşırmıştı. Onların, diğerleri gibi birer yıldız olduğunu düşündü. Ertesi akşam yine Jüpiteri gözlemledi. 3 küçük yıldız bu kez Jüpiterin batısına geçmiş ve gezegene daha fazla yaklaşmıştı. O zaman bunların yıldız değil, Jüpiterin etrafında dönen gezegenler olduğunu anladı. Sonra bu gezegenlerin bir dördüncüsünü daha keşfetti. Böylece Jüpiterin ilk 4 uydusu keşfedilmiş oldu. Dönemin öndegelen astronomlarından Simon Marius, Kasım 1609da, yani Galileiden enaz 5 hafta önce 4 uyduyu keşfettiğini öne sürdü. Ama daha önce hiçbir açıklama yapmadığı için bunu kanıtlayamadı. Bilim dünyası, Jüpiterin 4 uydusunu Galileinin keşfettiğini kabul eder. Ancak bu uydulara isimlerini 1614 yılında Simon Marius verdi. Uydulara mitolojiden alınan, Io, Europa,Ganymede ve Callisto adları verildi. Mikroskop Galilei teleskoptan daha küçük ölçülerde bir silindire yine mercekler yerleştirerek "occhialino" adını verdiği mikroskopu yaptı. 1619 - 1624 yılları arasında bu aletten çok sayıda üretti. Termoskop Galilei, 1597 yılında sıcağı ve soğuğu ölçmek için bir alet yaptı. Termoskop adını verdiği bu alet, ince ve uzun bir tüp şeklinde boynu olan, yumurta büyüklüğünde cam bir şişeydi. Şişenin tüp şeklindeki boynu , içinde sıvı olan başka bir kaba konuluyordu. Yumurta şeklindeki kısmı da elle ovuşturarak ısıtılıyordu. Eller çekildiğinde kaptaki sıvı, tüpün içinde belli bir yüksekliğe ulaşıyordu. Sarkaçlar ve Saatler Galileinin sarkaçlar üzerinde yaptığı incelemeler modern saatin ortaya çıkmasına katkıda bulundu. Bunun ilginç bir öyküsü vardır. Galilei çocukluğunda birgün kiliseye gider. Ayin sırasında uzun boylu bir adamın başı bir kandile çarpar ve kandil ileri geri sallanmaya başlar. Kilisede canı sıkılan ve ayinle fazla ilgilenmeyen küçük Galilei kandilin, yavaşlasa bile hep aynı süre içinde ileri ve geri gittiğine dikkat eder. Ünlü bilim adamı hayatının daha ilerki dönemlerinde de, sarkaçların, yani ipe bağlı ağırlıkların sallanması üzerine incelemeler yaptı. İplerin uzunluğu aynı olduğu zaman, bütün ağırlıkların sallantılarını aynı zamanda tamamladıklarını tespit etti. Eskiden saat yapımında en büyük sorun kendini yineleyen ve hep aynı uzunlukta olan bir hareket bulmaktı. Galileinin sarkaçlarla ilgili tespiti saatlere uygulanırsa bu sorun aşılacaktı. Bunu daha sonraki yıllarda Hollandalı bilim adamı Christian Guhens başardı ve "tik - tak, tik - tak" diye çalışan, bildiğimiz modern saati yaptı. Su Pompalama makinesı Galilei, Padua kentinde 1594 yılında bir su makinası için patent hakkı almıştı. Ne yazık ki bu aletin nasıl çalıştığına dair ayrıntılı bir bilgi elimizde yok. Kayıtlarda makina için şu ifade kullanılıyor: "Suyu almak ve toprağı sulamak için, kullanması kolay ve çok ucuz bir alet. Pompaları sadece bir atın yardımıyla çalıştırıyor ve toprağı sürekli olarak suluyor

EINSTEIN'IN BEYNİ 240 PARÇAYA BÖLÜNEREK İNCELENDİ.

20. YÜZYILIN BİLİM ADAMI EINSTEIN'IN BEYNİ 240 PARÇAYA BÖLÜNEREK İNCELENDİ.

20.yüzyılın odamı Albert Einstein'nin 40 yıldır kavanozda bekleyen beyni üzerinde yapılan bir araştırma, Einstein'nin beyninin bir bölümünün anormal geliştiğini gösterdi. Einstein sağlığında beyin üzerinde çalışmalar yapıyordu ve bir biyografisinde ölümünden sonra kendi beyninin de incelenmesini istediğini yazmıştı. Ama şüphesiz beyninin başına ne geleceği aklının ucundan bile geçmemiştir. Einstein öldüğünde otopsiyi yapan doktor Thomas Harvey, bu sırada beyni yerinden çıkardı ve bir kavanozun içine koydu. Dr. Harvey beyni incelemek için Einstein'in ailesinden önceden izin almıştı. Harvey beyni 240 parçaya bölerek incelemeler yaptı. Fakat bu incelemeleri hiçbir yerde yayınlamadı.

Harvey 1996'da Amerikan McMaster üniversitesine gidip araştırmacıların Einstein'ın beynini incelemek isteyip istemeyeceklerini sordu. Bu araştırmacılar Harvey'i kesinlikle daha önceden tanımıyorlardı. Araştırma ekibinin başkanı Sandra F. Witelson, Harvey'in Einstein'a otopsi yapan patolog olduğunu öğrendiğinde teklifini hemen kabul etti. Harvey beynin birkaç parçasını bu araştırmacılara verdi.

Einstein'ın beyni McMaster üniversitenin beyin bankasındaki beyinlerle kıyaslandı. Araştırma sonuçlarında Einstein'm beyninde beynin çalışmasını sağlayan oligopdendroglia'nın daha çok bulunduğu tesbit edildi. Einstein'ın beyninde bulunan normalden farklı özellikler onun neden üstün bir fizik bilgini olduğunu açıklıyor. Einsteüin'in beyninin alt parietal bölgesi normal bir beyinden %l 5 oranında daha geniş. Bu genişliğin sebebi parietal bölgedeki bir yarığın beynin normalden farklı şekilde oluşmasını sağlaması. Bu sayede beyin hücreleri ve nöronlar birbirleriyle daha iyi bağlantı kurabiliyor ve daha kolay beraber çalışabiliyor. Bulguların Einstein'in neden bir matematik dehası olduğunu açıkladığını düşünüyorlar; zira Einstein'ın beyni genel olarak diğer beyinlere benziyorsa da, beynin matematiksel düşünce ve boyutlu, hareketli düşünebilme yeteneğinin kontrol edildiği merkez Einstein'da normal beyinlere göre çok daha büyük, ingiliz bilim yayın organı The Lancet'a konuşan, araştırma heyetinin başkanı Prof Sandra VVitelson, "Einstein'ın beyninde tesbit ettiğimiz sıradışı anatomi onun nasıl farklı düşünebildiğini açıklıyor.

Einstein kendi bilimsel düşünme sistemini 'Kelimelerin pek bir fonksiyonu yoktur" sözleriyle anlatırdı. O, kelimeler yerine görsel boyutla ilgiliydi ve şekillerle düşünürdü" diyor. Einstein'ın beyni 35 erkek ve 56 kadınınkiyle kıyaslandı. Bu insanların ortalama zekâ seviyesi M 5. Bu beyinlerin sahipleri arasında şarkıcılar, mimarlar ve işçiler gibi değişik gruplardan insanlar var. Einstein'ın beyninde parietal bölgedeki farktan başka herhangi bir fark yok. Einstein'ın beyni diğer beyinlerle kıyaslandığında aynı ağır/ıkta. Aşağıdan yukarı ve önden arkaya ölçüldüğünde de hiçbir fark yok. Wiltelson araştırma sonuçlarında zeki olmak için büyük bir beyne gerek olamadığının ortaya çıktığını söylüyor. Araştırmalarda Einstein'ın çok üst bir zekâya sahip olmasının 2 sebebi olduğu belirtiyor: Einstein'ın beyninin aşağı bölgelerinin %15 oranında daha geniş olması ve Sylvian çatlağı denilen yarığın daha az olması. Sylvian çatlağı beynin yanında bulunuyor, doğuştan geliyor ve gelişimle değişmiyor. Einstein küçükken kafası doğumdan hemen sonra biçimsiz olduğu ve konuşması geç geliştiği için annesini çok endişelendirmiş. 3 yaşında konuşmaya başlamış ve bu yaştan sonra da konuşma zorlukları çekmiş. Dr. Witelson, Einstein'ın beynindeki farklılığın nereden kaynaklandığını bilmemekle birlikte genetik olduğuna inanıyor. Beyni araştırmalar için McMaster Üniversitesi'ne götüren Dr. Harvey'in özellikle McMaster üniversitesini seçmesinin sebebiyse araştırma ekibinin başkanı Dr. Witelson'ın 1982'de oluşturmaya başladığı beyin bankası. McMaster Ûniversitesi'nin beyin bankasında bulunan beyinlerin sahipleri ölmeden önce tam amlamıyla bir zekâ ve yetenek testinden geçirilmiş ve yaşlara göre kategorize edilmiş oluyor.


İLGİNÇ BİR NÜKTE: Einstein aktif profesörlük yaparken bir öğrencisi ona sordu: Bu seneki sorular geçen seneki soruların aynısı?"
"Doğru!" dedi yaşlı adam ve ekledi, "Ancak bu sene bütün cevaplar farklı!"

müslüman bilim adamları

düsselam : ( 1926 - ) Pakistanlı Fizik Bilgini İlk nobel ödülü alan

müslüman bilim adamı.

Ahmed Bin Musa : ( 10. yüzyıl ) Sistem mühendisliğinin Öncüsü. Astronom ve

Mekanikçi.

Akşemseddin : ( 1389 - 1459 ) Pasteur önce Mikrobu bulan ilk bilim adamı.

İstanbulun fethinin manevi babasıdır. Fatih sultan Mehmet' in Hocasıdır

Ali Bin Abbas : ( ? - 994 ) 1000 sene önce ilk kanser ameliyatını yapan

bilim adamı. Kılcal damar sitemini ilk defa ortaya atan bilim adamıdır. Eski

çağın en büyük hekimlerinden olan hipokratesin (Hipokrat) Doğum olayı

görüşünü kökünden yıktı.

Ali Bin İsa : ( 11. yüzyıl ) İlk defa göz hastalıkları hakkında eser veren

müslüman bilim adamı.

Ali Bin Rıdvan : ( ? - 1067 ) Batıya tedavi metodlarını öğreten islam alimi.

Ali Kuşçu : ( ? - 1474 ) Ünlü Bir türk astronomi ve matematik bilginidir.

Ammar : ( 11 yüzyıl ) İlk katarak ameliyatını kendine has biçimde yapan

müslüman bilim adamı.

Battani : ( 858 - 929 ) Dünyanın en meşhur 20 astrononumdan biri

trigonometrinin mucidi, sinus ve kosinüs tabirlerini kullanan ilk bilgin.

Beyruni : ( 973 - 1051 ) Dünyanın döndüğünü ilk bulan bilim adamı ümit

burnu, amerika ve japonyanın varlığından bahseden ilk bilim adamı. Beyruni

amerika kıtasının varlığını kristof colomb'un Keşfinden 500 sene önce

bildirmiştir. Matematik, Jeoloji, Coğrafya, Tıp, Felsefe, Fizik, Astronomi

gibi dallarda eserler yazmıştır. Çağın En Büyük Alimidir.

Bitruci : ( 13. yüzyıl ) Kopernik'e yol açan öncülük eden astronom bilim

adamı.

Cabir Bin Eflah : ( 12. yüzyıl ) Ortaçağın büyük matematik ve astronom

bilginidir . Çubuklu güneş saatini bulan ilk bilim adamıdır.

Cabir Bin Hayyan : ( 721 - 805 ) Atom bombası fikrinin ilk mucidi ve

kimyanın babası sayılır. Maddenin en Küçük parçası atomun parçalana

bileciğini bundan 1200 sene önce söylemiştir.

Cahiz : ( 776 - 869 ) Zooloji İlminin öncülerindendir. Hayvan gübresinden

amonyak elde etmiştir.

Cezeri : ( 1136 - 1206 ) İlk sistem mühendisi ve ilk sibernetikçi ve

elektronikçi Bilgisayarın babası; oysa bilgisayarın babası yanlış olarak

ingiliz matematikçisi Charles Babbage olarak bilinir..

Demiri : ( 1349 - 1405 )Avrupalılardan 400 yıl önce ilk zooloji

ansiklopedisini yazan alimdir ... Hayatül hayavan isimli kitabı yazmıştır.

Dinaveri : ( 815 - 895 ) Botanikçi Ve astronom bir alim olarak bilinir.

Ebu Kamil Şuca : ( ? - 951 ) Avrupaya matematiği öğreten islam bilgini.

Ebu'l Fida : ( 1271 - 1331 ) Büyük Bir bilgin tarihçi ve coğrafyacıdır.

Ebu'l Vefa : ( 940 - 998 ) Matematik ve Astronomi bilginidir trigonometriye

tanjant, kotanjant, sekant ve kosekantı kazandıran matematik bilginidir.

Ebu Maşer : ( 785 - 886 ) Med-cezir olayını (gel-git) ilk keşfeden

bilgindir.

Evliya Çelebi : ( 1611 - 1682 ) Büyük Türk seyyahı ve meşhur seyahatnamenin

yazarıdır.

Farabi : ( 870 - 950 ) Ses olayını ilk defa fiziki yönden ele alıp açıklayıp

izah getiren ilk bilgindir.

Fatih Sultan Mehmet : ( 1432 - 1481 ) İstanbulu feth eden ve Havan topunu

icad eden yivli topları döktüren padişahtır fatihin kendi icadı olan ve adı

"şahi" olan topların ağırlığı 17 ton ve bakırdan dökülmüş olup 1.5 ton

ağırlığındaki mermileri 1 km ileriye atabiliyordu bu topları 100 öküz ve 700

asker ancak çekebiliyordu..

Fergani : ( 9. yüzyıl ) Ekliptik meyli ilk defa tesbit eden astronomi alimi.

Gıyasüddin Cemşid : ( ? - 1429 ) Matematik alimi. Ondalık kesir sistemini

bulan çemşid cebir ve astronomi alimi.

Harizmi : ( 780 - 850 ) İlk cebir kitabını yazan ve batıya cebiri öğreten

bilgin. Adı algoritmaya isim oldu rakamları Avrupa' ya öğreten bilgin.

Cebiri sistemleştiren Bilgin.

Hasan Bin Musa : ( - ) Dünyanın çevresini ölçen, üç kardeşler olarak bilinen

üç kardeşten biri..

Hazini : ( 6 - 7 yüzyıl ) Yerçekimi ve terazilerle ilgili izahlarda bulunan

bilgin.

Hazerfen Ahmed Çelebi : ( 17. yüzyıl ) Havada uçan ilk Türk. Planörcülüğün

öncüsü.

Huneyn Bin İshak : ( 809 - 873 ) Göz doktorlarına öncülük yapan bilgin.

İbni Avvam : ( 8. yüzyıl ) Tarım alanında ortaçağ boyunca kendini kabul

ettiren bilgin.

İbni Battuta : ( 1304 - 1369 ) Ülke ülke , kıta kıta dolaşan büyük bir

seyyah.

İbni Baytar : ( 1190 - 1248 ) Ortaçağın en büyük botanikçisi ve eczacısıdır.

İbni Cessar : ( ? - 1009 ) Cüzzam hastalığının sebeb ve tedavilerini 900

sene önce açıklayan müslüman doktor.

İbni Ebi Useybia : ( 1203 - 1270 ) Tıp Tarihi hakkında eşsiz bir eser veren

doktor.

İbni Fazıl : ( 739 - 805 ) 12 asır önce ilk kağıt fabrikasını kuran vezir.

İbni Firnas : ( ? - 888 ) Wright kardeşlerden önce 1000 sene önce ilk uçağı

yapıp uçmayı gerçekleştiren alim.

İbni Haldun : ( 1332 - 1406 ) Tarihi ilim haline getiren sosyolojiyi kuran

mütefekkir. Psikolojiyi tarihe uygulamış, ilk defa tarih felsefesi yapan

büyük bir islam tarihçisidir. Sosyolog ve şehircilik uzmanı.

İbni Hatip : ( 1313 - 1374 ) Vebanın bulaşıcı hastalık olduğunu ilmi yoldan

açıklayan doktor.

İbni Havkal : ( 10. yüzyıl ) 10 asır önce ilmi değeri yüksek bir coğrafya

kitabı yazan alim.

İbni Heysem : ( 965 - 1051 ) Optik ilminin kurucusu büyük fizikçi. İslam

dünyasının en büyük fizikçisi, batılı bilginlerin öncüsü, göz ve görme

sistemlerine açıklık kazandıran alim. Galile teleskopunun arkasındaki isim.

İbni Karaka : ( ? - 1100 ) Dokuzyüz yıl önce torna tezgahı yapan bilgin.

İbni Macit : ( 15. yüzyıl ) Ünlü bir denizci ve coğrafyacı. Vasco da Gama

onun bilgilerinden ve rehberliğinden istifade ederek hindistana ulaştı.

İbni Rüşd : ( 1126 - 1198 ) Büyük bir doktor, astronom ve matematikçidir.

İbni Sina : ( 980 - 1037 ) Doktorların sultanı. Eserleri Avrupa

üniversitelerinde 600 sene temel kitap olarak okutulan dahi doktor. Hastalık

yayan küçük organizmalar, civa ile tedavi, pastör' e ışık tutması, ilaç

bilim ustası, dış belirtilere dayanarak teşhis koyma, botanik ve zooloji ile

ilgilendi, Fizikle ilgilendi, jeoloji ilminin babası.

İbni Türk : ( 9. yüzyıl ) Cebirin temelini atan islam bilgini.

İbni Yunus : ( ? - 1009 ) Galile'den önce sarkacı bulan astronom.

İbni Zuhr : ( 1091 - 1162 ) Endülüsün en büyük müslüman doktorlarından

asırlarca Avrupa'da eserleri ders kitabı olarak okutuldu.

İbnünnefis : ( 1210 - 1288 ) Küçük kan dolaşımını bulan ünlü islam alimi.

İbrahim Efendi : ( 18. yüzyıl )Osmanlılarda ilk denizaltıyı gerçekleştiren

mühendis.

İbrahim Hakkı : ( 1703 - 1780 ) Büyük bir sosyolog, psikolog, astronom ve

fen adamı. En ünlü eseri marifetnâme, Burçlardan, insan fizyoloji ve

anatomisinden bahsetmiştir.

İdrisi : ( 1100 - 1166 ) Yedi asır önce bügünküne çok benzeyen dünya

haritasını çizen coğrafyacı.

İhvanü-s Safa : ( 10. yüzyıl ) çeşitli ilim dallarını içine alan 52 kitaptan

meydana gelen bir ansiklopedi yazan ilim adamı. Astronomi , Coğrafya,

Musiki, Ahlâk, Felfese kitapları yazmıştır.

İsmail Gelenbevi : ( 1730 - 1791 ) 18 yüzyılda osmanlıların en güçlü

matematikçilerinden.

İstahri : ( 10. yüzyıl ) Minyatürlü coğrafya kitabı yazan bilgin.

Kadızade Rumi : ( 1337 - 1430 ) Çağını aşan büyük bir matematikçi ve

astronomi bilgini. Osmanlının ve Türklerin ilk astronomudur.

Kambur Vesim : ( ? - 1761 ) Verem mikrobunu Robert Koch'dan 150 sene önce

keşfeden ünlü doktor.

Katip Çelebi : ( 1609 - 1657 ) Osmalılarda rönesansın müjdecisi coğrafyacı

ve fikir adamı.

Kazvini : ( 1203 - 1283 ) Ortaçağın Herodot'u müslümanların Plinius'u ,

astronom ve coğrafyacı bilgin.

Kemaleddin Farisi : ( ? - 1320 ) İbni Heysem ayarında büyük islam

matematikçisi, fizikçi ve astronom.

Kerhi : ( ? - 1029 ) İslam Matematikçilerinden.

Kindi : ( 803 - 872 ) İbni Heysem'e kadar optikle ilgili eserleri kaynak

olan bilgin. Fizik, felsefe ve matematik alanında yaptığı hizmetleri ile

tanınmıştır.

Kurşunoğlu Behram : ( 1922 - ? ) Genelleştirilmiş izafiyet teorisini ortaya

atan beyin güçlerimizden. Halen prof. Behram Kurşunoğlu Amerika da florida

üniversitesinde teorik fizik merkezinde başkanlık yapmaktadır.

Lagarî Hasan Çelebi : ( 17. yüzyıl ) Füzeciliğin atası, osmanlılarda ilk

defa füze ile uçan bilgin.

Macriti : ( ? - 1007 ) Matematikte başkan kabul edilen Endülüslü Matematikçi

ve astronom.

Mağribi : ( 16. yüzyıl ) Çağının en büyük matematikçilerinden . Mağribinin

eseri olan Tuhfetü'l Ada isimli kitabında üçgen, dörtgen, daire ve diğer

geometrik şekillerinin yüz ölçümlerini bulmak için metodlar gösterilmiştir.

Maaşallah : ( ? - 815 ) Meşhur islam astronomlarındandır. Usturlabla İlgili

ilk eseri veren bilgindir.

Mes'ûdi : ( ? - 956 ) Kıymeti ancak 18. 19. Yüzyıllarda anlaşılan büyük

tarihçi ve coğrafyacı. Mesudi günümüzden 1000 sene önce depremlerin oluş

sebebini açıklamıştır. Mesûdinin eserlerinden yel değirmenlerinin de

müslümanların icadı olduğu anlaşılmıştır.

Mimar Sinan : ( 1489 - 1588 ) Seviyesine bugün dahi ulaşılamayan dahi mimar.

Mimar Sinan tam manası ile bir sanat dahisidir.

Muhammed Bin Musa : ( 9. yüzyıl ) Dünyanın Çevresini ölçen 3 kardeşten biri.

Matematikçi ve astronom.

Mürsiyeli İbrahim : ( 15. yüzyıl ) Piri reisten 52 sene önce bugünkü uygun

Akdeniz haritasını çizen haritacı. Günümüzden 500 sene önce kadar önce

yaşamıştır.

Nasirüddin Tusi : ( 1201 - 1274 ) Trigonometri sahasında ilk defa eser

veren, Merağa rasathanesini kuran, matematikçi ve astronom.

Necmeddinü-l Mısri : ( 13 yüzyıl ) Çağının ünlü astronomlarından.

Ömer Hayyam : ( ? - 1123 ) Cebirdeki binom formülünü bulan bilgin. Newton

veya binom formülünün keşfi ömer hayyama aittir.

Piri Reis : ( 1465 - 1554 ) 400 sene önce bu günküne çok yakın dünya

haritasını çizen büyük coğrafyacı. Amerika kıtasının varlığını kristof

kolomb 'dan önce bilen ünlü denizci.

Razi : ( 864 - 925 ) Keşifleri ile ün salan asırlar boyunca Avrupa'ya ders

veren kimyager doktor ünlü klinikçi. Devrinin En büyük bilgini İbni Sina ile

aynı ayarda bir bilgin.

Sabit Bin Kurra : ( ? - 901 ) Newton' dan çok önce diferansiyel hesabını

keşfeden bilgin. Dünyanın çapını doğru olarak hesaplayan ilk islam bilgini.

Matemetik ve astronomi alimi.

Sabuncu Oğlu Şerefeddin : ( 1386 - 1470 ) Fatih devrinin ünlü doktor ve

cerrahlarındandır. Deneysel fizyolojinin öncülerindendir.

Seydi Ali Reis : ( ? - 1562 ) Ünlü bir denizci, matematik ve astronomi

alimidir.

Şemsettin Halili : ( ? - 1397 ) Büyük bir astronomi bilginidir.

Şihabettin Karafi : ( ? - 1285 ) orta çağın en büyük fizikçi ve

hukukçularından.

Takiyyüddin Er Rasit : ( 1521 - 1585 ) İstanbul rasathanesi ilk kuran

çağından çok ileride asrın önde gelen astronomi alimidir.

Uluğ Bey : ( 1394 -1449 ) Çağının en büyük astronomu ve trigonometride yeni

çığır açan ünlü bir alim ve hükümdar.

Zehravi : ( 936 -1013 ) 1000 sene önce ilk çağdaş ameliyatı yapan böbrek

taşlarının nasıl çıkarılacağını ve ilk böbrek ameliyatını gerçekleştiren

bilim adamı..

Zerkali : ( 1029 - 1087 ) Keşif ve hizmetleri ile ün salmış astronomi

alimidir.

memurlar.net/forum

MADAM KÜRİ

MADAM KÜRİ

Tarihin en meşhur kadın bilgini. Aslen Polonyalı, Paris’te okudu. İlime ve kendini çalışmaya verişi ile insanlığa radyumu kazandırdı. Vatansever kadın. Hamallığından bilginliğe kadar her türlü çalışmayı yaparak bulduğu elemanına vatanının ismini verdi. Polonyum. Polonyalı bestekarların vatanlarına hediye ettiği Polonezlere bir de ilmisi katılmıştı. Fransız fizikçisi Piyer Küri ile evlendi.Radyumun kaşifi radyumun kurbanı olmuştur.

Emmy Noether: Bilim Kadını

Emmy Noether:
(1882-1935)
Büyük cebirci
Sonja Kowalewsky'den 30 yıl sonra doğan Emmy Noether'in modern soyut bilime katkılarını anlatmak için daha bilimsel bir yazı çerçevesi gerekir. Üniversite öğrenciliğim sırasında, rahmetli hocam Cahit Arf'ın cebir ve ileri sayılır teorisi derslerinde Noether ismini çok duymuştum, ama kendisinin bir büyük hanım matematikçi olduğunu sonradan farkettim; soyadının önündeki harflere dikkat etmemişim herhalde... Çünkü babası Max Noether (1844-1921) Almanya'da yaşamış, cebirsel fonksiyonlar teorisi, cebirsel geometride sayısız teoremleri ile tanınmış bir matemakçidir. Erlangen'de doğan kızı Emmy, önce Göttingen'de profesör olmuş, modern cebire önemli katkılarda bulunarak sayısız öğrenciler yetiştirmiştir. Topoloji ve ideal teorileri ve Galois teorisinin modern takdimi üzerindeki araştırmaları ile adını dünyaya duyurmuştur. 1933'de Yahudi olduğu için Alman Nazizmi'nden kaçmak zorunda kalarak, ABD'ye göç etmiştir. Yine orada önemli bir kolej olan Bryn Mawr College'de profesörlüğe başlamıştır. O da, oldukça genç ölmüştür. Daha uzun yaşasaydı matematik çok şeyler kazanacaktı.
Alman matematikçisi Landau'a göre Emmy, N. ailesinin başlangıç (orijin) noktasıdır.


Alıntı…
http://www.matder.org.tr/unluler/km.asp?ID=56

Sophie Germain: Bayan Matematikçi

Sophie Germain:
(1776-1831)
Matematik dünyasına girebilmek için erkek ismi...
Sonja Kowalewsky'den önce yaşamış Fransız hanım matematikçisi Sophie Germain'i anlatmak için, Kowalewsky'nin hocası Weierstrass'dan söz ettiğimiz gibi, bu defa bilimlerin kraliçesi matematiğin prensi Gauss'dan söz etmek gerekiyor. Almanya'nın Braunschweig şehrinde 1777'de fakir bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Gauss, çocukluk çağında parlayarak, genç yaşlarında metamatiğe kesinlik getirme ve yeni devir açma mertebesine erişir. O çağlardaki hocalarının ve onlar vasıtasıyla Braunshweig Dükü Ferdinand'ın destekleriyle büyük çalışmalar yapmak imkanını buldu. Esas konumuz Gauss olmadığı için onun için söylenmesi gereken güzel sözleri bir tarafa bırakarak; sadece şaheseri Disquisitiones Arithmatica'yı zikredelim.
Gauss, araştırmaları için kendisine danışanlarla yazışmalarında, bilimsel ilişkilerinde çok yürekli davranırdı. Hiç görüşmemelerine rağmen, Sophie Germain'e bilimsel olarak gösterdiği ilgi, o devirdeki bir adam, üstelik bir Alman için eşine az rastgelinir bir olaydır diyor E. Bell.
Fransız matematikçisi Sophie Germain (1776-1831) Gauss'dan bir yaş büyüktür. Disquistiones Arithmetica'ya hayran olup, bundan ilham alan Sophie Germain, aritmetik üzerine bazı çalışmalarını Gauss'a mektupla göndermiş, fakat Gauss'un bir kadın matematikçiye olumsuz bir kanısı olabileceğinden çekinerek mektuplarında bir erkek adını, M. Leblanc'ı kullanmıştı. Gauss, bu mektupları derin takdir besleyerek mükemmel Fransızcası ile yanıtlıyordu.

Bayan Matematikçi: Sonja Kowalewsky

Sonja Kowalewsky:
( 1850 - 1891 )
15 Ocak 1850'de Moskova'da aristokrat bir ailenin kızı olarak doğan Sonja Korvin Kroukowka, küçük yaşından itibaren matematik çalışmaya başlamıştı. Sonja'nın yurt dışında öğrenim görme arzusu onu Almanya'nın Heidelberg Üniversitesi'ne götürdü. E.T. Bell'e göre bu çok yetenekli genç kız, yalnız yeni zamanların en yüksek kadın matematikçisi değil, aynı zamanda kadının özellikle yüksek öğretimdeki yeteneksizliği fikrine karşı, bağımsızlığa kavuşması cerayanının önderi olmuştur.
1869 sonbaharında 19 yaşında göz kamaştırıcı bir genç kız olan Sonja, Heidelberg'de Leo Königsberger'in eliptik fonksiyonlar, Kirchoff ve Heltmotz'in fizik derslerini izler. Weierstrass'ın ilk öğrencilerinden olan Königsberger durmadan Sonja'ya hocasını methediyordu. Sonja Weierstrass'ın iliminden yararlanmak için onunla konuşmaya karar verir. 1870'lerde evlenmemiş kız öğrencilerin durumu bir bakıma anormal görüldüğünden, Sonja dedikodulardan kaçınmak amacıyla "şeklen evlilik" denilen bir anlaşma yaparak, Almanya'ya giderken kocasını Rusya'da bırakır. Weierstrass'a başlangıçta evli olduğunu söylemez. Weierstrass'ın öğrencisi olmak arzusuyla Berlin'e gittiğinde Sonja yirmi yaşında, canlı, kararlı ve çok ciddi idi. "Weierstrass hiç evlenmemişti, ama güzel bir kadının ayağına gelmesiyle sıvışıp gidecek kadar ürkek bir bekar değildi." diyor Bell. Sonja aynı zamanda parlak bir yazardı, bir genç kız olarak matematik ve edebiyat kariyerini seçmekte uzun zaman tereddüt etti. Sonradan dinlenmek için Rusya'ya döndüğünde, kendi anıları üzerine yazdığı kitap İskandinav ülkelerinde basılmıştır. Bunun yayınından sonra Rusya ve İskandinavya'daki edebiyat kritikleri, Sonja'nın stil ve düşünce bakımından en iyi yazarlara eriştiğini söylemişlerdir.
Sonja Satürn'ün halkası teoremi ile de uğraştı. Matematik fizikte, ikinc imertebeden kısmi türevli diferansiyel denklemler üzerindeki yayınlarıyla ünlü Fransız matematikçileri Darboux ve Hadamard'la Sonja Kowalewsky ismi de yer almaktadır.
Bu büyük ödülden iki yıl sonra kısa süren bir hastalığın ardından 10 Şubat 1891'de Stockholm'de öldü. Weierstrass ise altı yıl sonra 1897'de öldü.

kaynak:matder.gen.tr

Bayan Matematikçiler: Hypatia

Hypatia:
(M.S. 370-415)
Aydınlığın son ışığı
Şimdi, epey gerilere giderek İskenderiyeli astronom ve matematikçi Theon'un kızı Hypatia'yı anlatalım. Bilimi ve zerafeti ile olduğu kadar güzelliği ile de ünlü olan bu filozof ve matematikçi Grek hanım Atina'da eğitimini tamamladıktan sonra İskenderiye'ye yerleşmiş ve orada bir okul açmıştır. Zamanında yaşayanlarca filozof İsidorus'un karısı olduğu söylenmişse de, bunda bir yanılgı olduğu sanılmaktadır; çünkü güvenilir yazarlara göre Hypatia hiç evlenmemiştir. Babasından aldığı sağlam fikir yapısı ile kendisini Platon'un izinde buldu ve İskenderiye'de Platon, Aristo ve Suda gibi diğer filozoflar üzerine halka açık dersler verdi. En önemli öğrencisi Synesios'dur. Sonradan büyük filozof olan bu öğrencisi ona hayranlığını ve ilmine duyduğu takdirlerini bildiren pek çok mektup yazmıştır. Bu mektuplar felsefe tarihi kitaplarında bugüne kadar gelmiştir. Buna karşın Damaskios ve onun hocası İsodoros, Hypatia için filozof olarak büyük takdirlerini söylerken İskenderiye'deki Platon geleneğinin etkisi altında kalmayıp, kendi kararını verseydi geometride daha ileri olurdu fikrini ileri sürmüşlerdir. Sinosios ve Herakles'in yetişmelerinde öğretmenleri Hypatia'nın üstün gayreti teşekkürle anlatılmaktadır.
Hypatia çeşitli bilim dallarında çalışmıştı; yaratıcı olmaktan çok bir eleştirmen ve yorumcu (commentator) idi. Astronomik tablolar, Appolonius konik kesitleri ve Diophant üzerine yorumları vardır.
Hypatia'nın en parlak zamanı Arkadius'un hükümranlığı dönemine, 415'deki trajik ölümü de Arkadius'un halefi devrine rastlar.
Hypatia'nın İskenderiye'de yeni Platonculuğu yansıtan felsefesi, yaklaşımı bakımından Atina okuluna göre daha araştırmacı ve bilimsel nitelikteydi, ayrıca Atina okulu kadar mistik eğilimler taşımıyordu.
MÖ 3. yüzyıldan başlayarak altıyüz yıllık bir süre boyunca insanların İskenderiye'de başlattığı düşünsel ortamdan sonraki baskı, öğrenmekten korku bütün izleri yok etmiştir. Hıristiyanlıktan sonra filozoflar takımı Roma hükümdarının himayesinde olmaya devam ettiler ve yeni eğitim hiçbir şekilde yığınlara mal edilmedi. Hükümdar Julyana Apostata'nın onlara verdiği koruma, ölümünden on yıl sonra da devam etti. Hypatia o dönemde ilk Hıristiyanlarca büyük ölçüde putperestlikle özleştirilen öğrenim ve bilimi simgeliyordu. Bu nedenle İskenderiye'de Hıristiyanlar ve Hıristiyan olmayanlar arasındaki gerginlik ve çatışmaların öne çıkan ismi olarak görülüyordu. Eski aydınlanmanın temsilcisi olan Hypatia, Pitolemais şehrinin putperest valisi Orestes'in himayesine sığınır, Rahip Cyrillos'un İskendiriye'ye Başpiskopos olmasından sonra gerginlikler daha artar ve onun yandaşlarının oluşturduğu bir kitle tarafından sokakta araba altında linç edilir.
Önceleri Makedonyalılar, sonra Romalı askerler, Mısırlı rahipler, Yunan aristokratları, Fenikeli denizciler, Yahudi tacirler, Hindistan ve Güney Sahra'dan gelen ziyaretçiler İskenderiye'nin parlak döneminde büyük bir uyum içinde yaşamışlardı. Büyük İskender'in kurduğu bu şehrin muhteşem bir kütüphanesi ve buna bağlı bir müzesi vardı. Bilim ve düşünce ürünleri burada çiçek açmıştı; pek çok bilim adamının yanında İskenderiyeli Theon ve kızı Hypatia da bu kütüphaneye devam edenler arasındaydı. Bu kütüphane de fanatikler tarafından yakılmıştır.

Teknolojik İnovasyon

Teknolojik İnovasyon: Teknolojik inovasyon, teknolojik ürün ve süreç inovasyonunu kapsar. Burada ürün, hem fiziksel bir ürünü hem de hizmeti ifade etmektedir. Teknolojik olarak yeni bir ürünün veya sürecin geliştirilmesinin yanısıra, mevcut ürün ve süreçlerde önemli teknolojik değişikliklerin yapılması da bu kapsamda değerlendirilir. Ürünün pazara sunulması ve sürecin üretimde kullanılması ile inovasyon gerçekleştirilmiş olur. Teknolojik ürün inovasyonu, tüketiciye yeni veya iyileştirilmiş hizmetler sunmak amacıyla performans özellikleri artırılmış bir ürünün geliştirmesini/ticarileştirilmesini ifade eder. Teknolojik süreç inovasyonunda ise, yeni veya önemli ölçüde gelişmiş bir üretim ya da dağıtım yönteminin uygulanması söz konusudur.

inovasyon nedir?

Günümüzün hızla değişen rekabet ortamında ayakta kalabilmek için şirketlerimizin ürünlerini, hizmetlerini ve üretim yöntemlerini sürekli olarak değiştirmeleri ve yenilemeleri gerekmektedir. Bu değiştirme ve yenileme işlemi "inovasyon" olarak adlandırılır.

İnovasyon, yeni veya iyileştirilmiş ürün, hizmet veya üretim yöntemi geliştirmek ve bunu ticari gelir elde edecek hale getirmek için yürütülen tüm süreçleri kapsar. Yeni veya iyileştirilmiş ürün, hizmet veya üretim yöntemi geliştirme, yeni düşüncelerden doğar. İnovasyon sürekliliği olan bir faaliyettir. Bu nedenle, ortaya atılan, geliştirilerek işler hale getirilen ve sonuçta firmaya rekabet gücü kazandıracak şekilde pazarlanan bu fikirlerin ve sonuçlarının tekrar tekrar değerlendirilmesi ve yeni getiriler için yaygınlaştırılarak kulanılması gerekir. Bu sayede doğacak yeni fikirlerse yeni inovasyon faaliyetlerini doğurur.

İnovasyon, ya radikal fikirler sonucu daha önce denenmemiş ve geliştirilmiş ürün veya üretim yöntemlerinin ortaya çıkarıldığı büyük atılımlarla oluşur (radikal inovasyon), ya da adım adım yapılan, bir dizi geliştirme ve iyileştirme faaliyetini içeren çalışmalarının bir sonucu olarak ortaya çıkar (artımsal inovasyon).

Araştırma-geliştirme (Ar-Ge), inovasyon için gereken en önemli faaliyetlerden biridir. Ancak girişimsel inovasyon yoksa, diğer bir deyişle Ar-Ge'yi yapanların girişimcilik niteliği yoksa, değer yaratılamaz; Ar-Ge sonuçları inovasyona dönüştürülemez. Dolayısıyla, teknoloji-tabanlı firmalar dışında kalan tüm firmalarda yürütülen inovasyon çalışmaları sadece "teknolojik inovasyon"u değil, "organizasyonel inovasyon" ve "sunumsal inovasyon"u da kapsar. Kaldı ki, teknoloji tabanlı firmalarda her ne kadar ağırlık teknolojik inovasyona veriliyorsa da, organizasyonel ve sunumsal inovasyona yeterli kaynak ayrılmadan başarılı olunması beklenemez.